Atatürkçülük kesinlikle donmuş, dondurulmuş bir ideoloji, çağın
gerisinde kalmış bir öğreti değildir. Aksine; çağdaş yaşamı kucaklayan,
her türlü demokratik, akılcı, bilimsel yeniliklere açık, öngördüğü ve
gerçekleştirdiği devrimleri daha da ileri gotürmeyi gençlere ödev olarak
yükleyen bir dünya görüşüdür.
Bu başlık altında Ata'mızın yalınlaştırılmış bir yaşamöyküsü; O'nun
çeşitli sözleri, söylevlerinden seçmeler ve diğer anektodlarla ifade
etmeye, bunun dışında ayrıntılı bir kronoloji ve bazı eski sözcük ve
kavramların bugünkü karşılıklarını içeren doyurucu bir sözlük de
yeralacaktır.
Ulu Önder Atatürk'ü saygıyla anıyor; ilkelerine ve bizlere bıraktığı
kutsal emanet Türkiye Cumhuriyeti'ne olan bağlılığımızı bir kez daha
dile getirme onurunu duyuyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ve
sürekliliğinin temeli olan, Türk toplumunu çağdaş, laik, demokratik,
katılımcı, uygarlıkçı ve özgürlükçü bir toplum durumuna getirmeyi
amaçlayan düşünceler, ilkeler ve uygulamalar bütünü varlığımızdır.
Sevgili Atatürk Vatan Sana Minnettar..
ATATÜRK
Sen kanımda namus
Kısrağımda hilal
Sen mataramda su, torbamda ekmek
Sen mavzerimde fişek
Ben Ondokuzuncu Fırka
Yetmişbirinci Alaydan Mehmet
Ayhan Hünalp
Ulu Önder'in Doğuşu
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik'te Kocakasım Mahallesi,
Islahhane Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza
Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet
Efendi XIV - XV. Yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya
yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise
Selanik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk
ailesine mensup olup, Sarıgüllü Hacı Sofu ailesinden Varyemezoğlu
İbrahim Feyzullah Efendi'nin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf kâtipliği,
gümrük kolculuğu ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında
Zübeyde Hanım'la evlenmiş, 1888 yılında 47 yaşında vefat etmiştir.
Ailenin Mustafa'dan (Kemal Atatürk) başka Ahmet, Ömer adlı iki oğlu,
Naciye, Fatma, Makbule adlı üç kızı daha vardı, ama Mustafa ve Makbule
dışında diğerleri küçük yaşta öldüler. Makbule (Atadan) 1956 yılına
kadar yaşadı. Büyük bir özveriyle çocuklarını yetiştiren, örnek Türk
kadını Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923’te İzmir’de, oğlunun başarılarını
gördükten sonra 66 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Çocukluğu, Okul Yılları
Öğrenimine annesinin isteğine uyulup, ilahilerle uğurlanarak Selanik’te
Fatma Molla kadın adlı mahalle mektebinde başladı. Okulda bağdaş kurup
oturmak Mustafa’ya zor geliyordu. Bir gün dayanamadı ve ayağa kalktı.
Hocası oturması için onu azarladı ise de onu dinlemedi. Bunun üzerine:
- Bana karşı mı geliyorsun? Diye soran hocasına:
- Evet, karşı geliyorum. Diye yanıtlayınca Fatma Molla kadın mektebinden
alındı ve modern tarzda öğretim yapan Şemsiefendi ilkokuluna verildi.
Bu okul, daha sonra bir başka özel okulla birleşti ve dört sınıfı ilk,
dört sınıfı da orta bölümünü oluşturan Fevziye adını aldı. Henüz bu
okulu bitirmemişti ki babası Ali Rıza Efendi vefat etti. Bunun üzerine
yalnız kalan annesi Zübeyde Hanım, çocuklarını da yanına alarak,
Langaza’da bir çiftlikte kâhya olarak çalışan kardeşi Hüseyin Ağa’nın
yanına gitti.
Mustafa burada bir süre tarla bekçiliği yaptı. Bir kulübede oturuyor ve
fasulyelere musallat olan kargaları kovalıyordu. Köye okul yoktu. Bir
Rum papaz ve bir Müslüman hoca çocuklara okuma yazma öğretiyordu. Bu
yüzden Mustafa yine Selanik’te teyzesinin yanına gönderildi ve Selanik
Mülkiye İdadisi’nin Rüştiye bölümüne yazıldı. Ama burada da fazla
tutunamadı. Bir gün okulda arkadaşları ile kavga etti, onu elebaşı sayan
bir hoca Mustafa’yı fena şekilde hırpaladı. Öğrenciler arasında Kaymak
Hafız lakabıyla anılan bu hocanın haksız muamelesini öne süren Mustafa,
okulu terk etti.
Onun hayali Askeri rüştiyeye girmekti. Buna neden ise bu okula giden
arkadaşlarının giydikleri üniformayı çok beğenmesiydi. Askeri rüştiye
sınavlarına annesinden gizli olarak girdi ve kazanarak sonunda bu okula
kaydını yaptırdı. (1893) Okulda, özellikle matematik dersinde çok
başarılıydı. Bu durum matematik öğretmeni ve adaşı Mustafa Sabri’nin de
dikkatini çekti ve ona ‘’ eksiksiz, olgun ‘’ anlamına gelen Kemal
soyadını verdi. Bundan sonra o her yerde Mustafa Kemal olarak
anılacaktı.
Askeri rüştiyeyi 1896’da bitirdi ve Manastır Askeri İdadi’sine girdi.
Henüz 14 yaşındaydı. Mustafa Kemal bu okulda Ömer Naci adlı bir çocukla
arkadaş oldu. Ömer Naci şiirler yazar ve bunları Mustafa Kemal’e okurdu.
Bunun dışında ona okuması için bazı kitaplar da verirdi. Böylece
sonraları ünlü bir hatip olan Ömer Naci, O’na şiir ve hitabet zevkini
aşıladı. O sıralarda başka bir arkadaşı da ona ‘’ siyaset ‘’ diye bir
şeyin varlığını öğretti. Bu, Makedonyalı ve Fransızcayı iyi bilen Ali
Fethi isimli bir öğrenciydi. Yetersiz olan Fransızcasını ilerletmesi
için Mustafa Kemal’i destekliyor ve Rousseau, Voltaire, Montesquieu gibi
siyasal düşünürlerin eserlerini tanıtıyordu. Bütün bunlara karşın alay
emini ve hitabet hocası Mehmet Asım Efendi ise, ‘’ şiir ve edebiyat
asker olanların uğraşacağı konular değildir ‘’ diye onun bu konudaki
merak ve hevesini önlemeye çalışıyordu. Ali Fethi’nin telkinleri yerini
bulmuştu. Mustafa Kemal Manastır İdadi’sinde okurken, yaz tatillerinde
Selanik’teki College des Freres de Salle’nin açtığı özel derslere gitti
ve Frere Rodrigues’ten Fransızca dersleri aldı.
Manastır Askerî idadisini 1898’de bitirdi ve İstanbul’a Harbiye
mektebine geldi. 13 Mart 1899 da, 1283 apolet numarasıyla piyade
sınıfına yazıldı. İmparatorluk başkentinin renkli ve hareketli hayatı bu
genç ve tecrübesiz taşra cocugunu çok etkiledi. Harbiye mektebinde Ali
Fuat (Cebesoy) ile arkadaş oldu. Bu arkadaşlık onun soylu bir İstanbul
ailesiyle yakınlık kurmasını sağlamıştı. Onsekiz yaşının bütün şevk ve
ateşiyle İstanbul yaşantısına kendini teslim etti. (Bunu daha sonraları
‘’ Birinci sınıfta saf gençlik hayallerine tutuldum, dersleri ihmal
ettim, senenin nasıl geçtiğinin hiç farkında olmadım. Ancak dersler
kesilince kitaplara sarıldım. ‘’ diye anlatacaktır. ) Bu arada Fransızca
çalışmaya devam etti. Şimdi Ali Fethi’nin tanıttığı Fransız yazarlarını
daha iyi inceleyebiliyordu. O dönem nesillerinin hepsinde vatan, millet
ve hürriyet duygularının uyanmasında ve gelişmesinde başlıca rolü
oynayan vatan şairi Namık Kemal’in eserlerini ve şiirlerini de gizli
gizli okumaya başladı. Özellikle Osmanlı yöneticilerinin siyasetini
anlamaya çalıştı.
Gençlik Yılları
Mustafa Kemal, Harbiye mektebini 10 Şubat 1902'de bitirdi ve Erkânı
Harbiye (Kurmay) sınıflarına geçti. Bir zamanlar matematik ve şiire
duyduğu merakı şimdi tarih konusunda duyuyordu. Bu dönemde Napolyon
hakkında ne bulduysa okudu. Napolyon’u çok beğeniyordu. Bundan başka
John Stuart Mill de anlamaya çalıştığı yazarlardandı. Öte yandan, okuyup
öğrendiklerinin sadece kendisinde kalmasıyla yetinmiyor, düşüncelerini
bütün Harbiye mektebi öğrencilerine yaymak istiyordu. Bu amaçla bazı
arkadaşlarıyla birleşerek gizlice dağıttıkları bir gazete çıkarmaya
başladı. El yazısıyla çıkan gazetenin idare ve siyaset alanındaki
bozuklukları açıklayan yazılarının çoğu Mustafa Kemal tarafından kaleme
alınıyordu. Bir gün veteriner sınıflarında bir gazeteyi hazırlarken
suçüstü yakalandılar. Bütün geleceklerini mahvedebilecek bir olay, kendi
geleceğini de yok edebilir diye okul komutanı Ali Rıza Paşa tarafından
örtbas edildi. Bu türden ders dışı çalışmalarının yanı sıra Mustafa
Kemal, bir yandan da savaş teknikleri (özellikle gerilla hareketleri)
üzerinde de durdu. Strateji ve taktik sorunlarını inceledi. Erkânı
Harbiye’yi 11 Ocak 1905’de bitirdi ve kurmay yüzbaşı oldu. 320 kişilik
piyade sınıfını yirmincilikle bitirip, kurmaylık hakkını kazanan 13
subay arasına girdi.
Yirmidört yaşındaydı. Beyazıt’ta bir ev kiralamıştı. Ayrıca, birkaç
arkadaşıyla birlikte bu eve bitişik bir ermeninin evinden de bir oda
tutmuşlardı. Siyasal faaliyetlerine bu odada devam ediyorlardı. Aslında
bu faaliyet memleketin gidişini ve Padişahı eleştiri ile yasak kitapları
okumaktan öte bir nitelik taşımıyordu. Arkadaşlarından biri, bu
toplantıları jurnalledi ve onları yakalattı. Mustafa Kemal, Ali Fuat ve
onlarla beraber yüzbaşı çıkmış iki genç tutuklandılar ve Yıldız
Sarayı’nda uzun süre sorguya çekildiler. Soruşturma birkaç ay sürdü.
Fakat okul müdürü gençlerin affedilmesinde, suçlarının büyük bir önemi
olmadığında ısrar edince İstanbul’a sürülmek şartıyla affedildiler.
Mustafa Kemal ile Ali Fuat ‘’ kolaylıkla memleketlerine gidemeyecekleri
bir yere gönderilmeleri ‘’ emri üzerine Şam’da 5. Ordu emrinde 30.
Süvari alayına gönderildiler. Bu görev, Mustafa Kemal’in İmparatorluğun
içinde bulunduğu acıklı durumu yakından tanıması için bir fırsat oldu.
Yüzbaşı olarak başlıca görevi, kendisinin modern askerî okullarda
gördüğü eğitimi görmemiş olan subaylara askerî bilgisini öğretmek ve
ordunun o bölgedeki Dürzîleri kontrol görevine katılmaktı. Görevinin ilk
kısmına ciddiyetle sarıldı ve kolayca da başardı. Ama Dürzîleri kontrol
işinde araya rüşvet olaylarının karıştığı olaylarla karşılaştı. Ali
Fuat Şam’dan yeni bir görevle ayrılmıştı.
gerisinde kalmış bir öğreti değildir. Aksine; çağdaş yaşamı kucaklayan,
her türlü demokratik, akılcı, bilimsel yeniliklere açık, öngördüğü ve
gerçekleştirdiği devrimleri daha da ileri gotürmeyi gençlere ödev olarak
yükleyen bir dünya görüşüdür.
Bu başlık altında Ata'mızın yalınlaştırılmış bir yaşamöyküsü; O'nun
çeşitli sözleri, söylevlerinden seçmeler ve diğer anektodlarla ifade
etmeye, bunun dışında ayrıntılı bir kronoloji ve bazı eski sözcük ve
kavramların bugünkü karşılıklarını içeren doyurucu bir sözlük de
yeralacaktır.
Ulu Önder Atatürk'ü saygıyla anıyor; ilkelerine ve bizlere bıraktığı
kutsal emanet Türkiye Cumhuriyeti'ne olan bağlılığımızı bir kez daha
dile getirme onurunu duyuyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ve
sürekliliğinin temeli olan, Türk toplumunu çağdaş, laik, demokratik,
katılımcı, uygarlıkçı ve özgürlükçü bir toplum durumuna getirmeyi
amaçlayan düşünceler, ilkeler ve uygulamalar bütünü varlığımızdır.
Sevgili Atatürk Vatan Sana Minnettar..
ATATÜRK
Sen kanımda namus
Kısrağımda hilal
Sen mataramda su, torbamda ekmek
Sen mavzerimde fişek
Ben Ondokuzuncu Fırka
Yetmişbirinci Alaydan Mehmet
Ayhan Hünalp
Ulu Önder'in Doğuşu
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik'te Kocakasım Mahallesi,
Islahhane Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza
Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet
Efendi XIV - XV. Yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya
yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise
Selanik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk
ailesine mensup olup, Sarıgüllü Hacı Sofu ailesinden Varyemezoğlu
İbrahim Feyzullah Efendi'nin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf kâtipliği,
gümrük kolculuğu ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında
Zübeyde Hanım'la evlenmiş, 1888 yılında 47 yaşında vefat etmiştir.
Ailenin Mustafa'dan (Kemal Atatürk) başka Ahmet, Ömer adlı iki oğlu,
Naciye, Fatma, Makbule adlı üç kızı daha vardı, ama Mustafa ve Makbule
dışında diğerleri küçük yaşta öldüler. Makbule (Atadan) 1956 yılına
kadar yaşadı. Büyük bir özveriyle çocuklarını yetiştiren, örnek Türk
kadını Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923’te İzmir’de, oğlunun başarılarını
gördükten sonra 66 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Çocukluğu, Okul Yılları
Öğrenimine annesinin isteğine uyulup, ilahilerle uğurlanarak Selanik’te
Fatma Molla kadın adlı mahalle mektebinde başladı. Okulda bağdaş kurup
oturmak Mustafa’ya zor geliyordu. Bir gün dayanamadı ve ayağa kalktı.
Hocası oturması için onu azarladı ise de onu dinlemedi. Bunun üzerine:
- Bana karşı mı geliyorsun? Diye soran hocasına:
- Evet, karşı geliyorum. Diye yanıtlayınca Fatma Molla kadın mektebinden
alındı ve modern tarzda öğretim yapan Şemsiefendi ilkokuluna verildi.
Bu okul, daha sonra bir başka özel okulla birleşti ve dört sınıfı ilk,
dört sınıfı da orta bölümünü oluşturan Fevziye adını aldı. Henüz bu
okulu bitirmemişti ki babası Ali Rıza Efendi vefat etti. Bunun üzerine
yalnız kalan annesi Zübeyde Hanım, çocuklarını da yanına alarak,
Langaza’da bir çiftlikte kâhya olarak çalışan kardeşi Hüseyin Ağa’nın
yanına gitti.
Mustafa burada bir süre tarla bekçiliği yaptı. Bir kulübede oturuyor ve
fasulyelere musallat olan kargaları kovalıyordu. Köye okul yoktu. Bir
Rum papaz ve bir Müslüman hoca çocuklara okuma yazma öğretiyordu. Bu
yüzden Mustafa yine Selanik’te teyzesinin yanına gönderildi ve Selanik
Mülkiye İdadisi’nin Rüştiye bölümüne yazıldı. Ama burada da fazla
tutunamadı. Bir gün okulda arkadaşları ile kavga etti, onu elebaşı sayan
bir hoca Mustafa’yı fena şekilde hırpaladı. Öğrenciler arasında Kaymak
Hafız lakabıyla anılan bu hocanın haksız muamelesini öne süren Mustafa,
okulu terk etti.
Onun hayali Askeri rüştiyeye girmekti. Buna neden ise bu okula giden
arkadaşlarının giydikleri üniformayı çok beğenmesiydi. Askeri rüştiye
sınavlarına annesinden gizli olarak girdi ve kazanarak sonunda bu okula
kaydını yaptırdı. (1893) Okulda, özellikle matematik dersinde çok
başarılıydı. Bu durum matematik öğretmeni ve adaşı Mustafa Sabri’nin de
dikkatini çekti ve ona ‘’ eksiksiz, olgun ‘’ anlamına gelen Kemal
soyadını verdi. Bundan sonra o her yerde Mustafa Kemal olarak
anılacaktı.
Askeri rüştiyeyi 1896’da bitirdi ve Manastır Askeri İdadi’sine girdi.
Henüz 14 yaşındaydı. Mustafa Kemal bu okulda Ömer Naci adlı bir çocukla
arkadaş oldu. Ömer Naci şiirler yazar ve bunları Mustafa Kemal’e okurdu.
Bunun dışında ona okuması için bazı kitaplar da verirdi. Böylece
sonraları ünlü bir hatip olan Ömer Naci, O’na şiir ve hitabet zevkini
aşıladı. O sıralarda başka bir arkadaşı da ona ‘’ siyaset ‘’ diye bir
şeyin varlığını öğretti. Bu, Makedonyalı ve Fransızcayı iyi bilen Ali
Fethi isimli bir öğrenciydi. Yetersiz olan Fransızcasını ilerletmesi
için Mustafa Kemal’i destekliyor ve Rousseau, Voltaire, Montesquieu gibi
siyasal düşünürlerin eserlerini tanıtıyordu. Bütün bunlara karşın alay
emini ve hitabet hocası Mehmet Asım Efendi ise, ‘’ şiir ve edebiyat
asker olanların uğraşacağı konular değildir ‘’ diye onun bu konudaki
merak ve hevesini önlemeye çalışıyordu. Ali Fethi’nin telkinleri yerini
bulmuştu. Mustafa Kemal Manastır İdadi’sinde okurken, yaz tatillerinde
Selanik’teki College des Freres de Salle’nin açtığı özel derslere gitti
ve Frere Rodrigues’ten Fransızca dersleri aldı.
Manastır Askerî idadisini 1898’de bitirdi ve İstanbul’a Harbiye
mektebine geldi. 13 Mart 1899 da, 1283 apolet numarasıyla piyade
sınıfına yazıldı. İmparatorluk başkentinin renkli ve hareketli hayatı bu
genç ve tecrübesiz taşra cocugunu çok etkiledi. Harbiye mektebinde Ali
Fuat (Cebesoy) ile arkadaş oldu. Bu arkadaşlık onun soylu bir İstanbul
ailesiyle yakınlık kurmasını sağlamıştı. Onsekiz yaşının bütün şevk ve
ateşiyle İstanbul yaşantısına kendini teslim etti. (Bunu daha sonraları
‘’ Birinci sınıfta saf gençlik hayallerine tutuldum, dersleri ihmal
ettim, senenin nasıl geçtiğinin hiç farkında olmadım. Ancak dersler
kesilince kitaplara sarıldım. ‘’ diye anlatacaktır. ) Bu arada Fransızca
çalışmaya devam etti. Şimdi Ali Fethi’nin tanıttığı Fransız yazarlarını
daha iyi inceleyebiliyordu. O dönem nesillerinin hepsinde vatan, millet
ve hürriyet duygularının uyanmasında ve gelişmesinde başlıca rolü
oynayan vatan şairi Namık Kemal’in eserlerini ve şiirlerini de gizli
gizli okumaya başladı. Özellikle Osmanlı yöneticilerinin siyasetini
anlamaya çalıştı.
Gençlik Yılları
Mustafa Kemal, Harbiye mektebini 10 Şubat 1902'de bitirdi ve Erkânı
Harbiye (Kurmay) sınıflarına geçti. Bir zamanlar matematik ve şiire
duyduğu merakı şimdi tarih konusunda duyuyordu. Bu dönemde Napolyon
hakkında ne bulduysa okudu. Napolyon’u çok beğeniyordu. Bundan başka
John Stuart Mill de anlamaya çalıştığı yazarlardandı. Öte yandan, okuyup
öğrendiklerinin sadece kendisinde kalmasıyla yetinmiyor, düşüncelerini
bütün Harbiye mektebi öğrencilerine yaymak istiyordu. Bu amaçla bazı
arkadaşlarıyla birleşerek gizlice dağıttıkları bir gazete çıkarmaya
başladı. El yazısıyla çıkan gazetenin idare ve siyaset alanındaki
bozuklukları açıklayan yazılarının çoğu Mustafa Kemal tarafından kaleme
alınıyordu. Bir gün veteriner sınıflarında bir gazeteyi hazırlarken
suçüstü yakalandılar. Bütün geleceklerini mahvedebilecek bir olay, kendi
geleceğini de yok edebilir diye okul komutanı Ali Rıza Paşa tarafından
örtbas edildi. Bu türden ders dışı çalışmalarının yanı sıra Mustafa
Kemal, bir yandan da savaş teknikleri (özellikle gerilla hareketleri)
üzerinde de durdu. Strateji ve taktik sorunlarını inceledi. Erkânı
Harbiye’yi 11 Ocak 1905’de bitirdi ve kurmay yüzbaşı oldu. 320 kişilik
piyade sınıfını yirmincilikle bitirip, kurmaylık hakkını kazanan 13
subay arasına girdi.
Yirmidört yaşındaydı. Beyazıt’ta bir ev kiralamıştı. Ayrıca, birkaç
arkadaşıyla birlikte bu eve bitişik bir ermeninin evinden de bir oda
tutmuşlardı. Siyasal faaliyetlerine bu odada devam ediyorlardı. Aslında
bu faaliyet memleketin gidişini ve Padişahı eleştiri ile yasak kitapları
okumaktan öte bir nitelik taşımıyordu. Arkadaşlarından biri, bu
toplantıları jurnalledi ve onları yakalattı. Mustafa Kemal, Ali Fuat ve
onlarla beraber yüzbaşı çıkmış iki genç tutuklandılar ve Yıldız
Sarayı’nda uzun süre sorguya çekildiler. Soruşturma birkaç ay sürdü.
Fakat okul müdürü gençlerin affedilmesinde, suçlarının büyük bir önemi
olmadığında ısrar edince İstanbul’a sürülmek şartıyla affedildiler.
Mustafa Kemal ile Ali Fuat ‘’ kolaylıkla memleketlerine gidemeyecekleri
bir yere gönderilmeleri ‘’ emri üzerine Şam’da 5. Ordu emrinde 30.
Süvari alayına gönderildiler. Bu görev, Mustafa Kemal’in İmparatorluğun
içinde bulunduğu acıklı durumu yakından tanıması için bir fırsat oldu.
Yüzbaşı olarak başlıca görevi, kendisinin modern askerî okullarda
gördüğü eğitimi görmemiş olan subaylara askerî bilgisini öğretmek ve
ordunun o bölgedeki Dürzîleri kontrol görevine katılmaktı. Görevinin ilk
kısmına ciddiyetle sarıldı ve kolayca da başardı. Ama Dürzîleri kontrol
işinde araya rüşvet olaylarının karıştığı olaylarla karşılaştı. Ali
Fuat Şam’dan yeni bir görevle ayrılmıştı.