Zeki Kayahan COŞKUN Kimdir?..
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
Hep çocuktu...
Yine çocuk...
Saçları kumral...
Dümdüz...
Ipıl ıpıl parlıyan bir çocuktu...
Yine çocuk...
Uyurken dudaklarının kavuştuğu kenarından gerdanına doğru uyku suyu
akan...
Üzerindeki yeşil battaniyesinin birazı yere doğru uzanan bir çocuktu...
Telaşsız...
Umarsız...
Kirli...
Kuruyunca griye çalan çamurları; suratında ellerinde dizlerinde taşıyan
bir çocuktu...
Gecenin bir yarısında ateşi çıkan...
Kusan...
Üşüyen...
Anasının baş ucunda sabahladığı bir çocuktu...
Babası işe gidince ne gereği varsa ağlayan...
Akşam olup da dönünce mutlu olan...
Yağmur birikintilerinde kağıt kayıklar yüzdürmüş...
Keskince katladığı her bir uçağı yere düşmüş...
Ayağına paslı olup olmadığı ebeveynleri tarafından merak edilen çiviler
batmış...
Pasın neden önemli olduğunu kavrayamamış...
Kanamış bir çocuktu...
Yine çocuk...
Sigara görünümlü sakızlar çiğnemiş...
En berbat mikrop dolu pembe gofretleri yemiş...
Leblebi tozu boğazında kalmış...
Niyet çekmiş...
Elvan gazozunu bir dikişte içebilmiş...
Uçan balonu olmuş...
Siyah okul önlüğü giymiş...
Kırmızı Pinokyo bisikletine rahatça binebilecek geniş sokaklara sahip
olmuş
Bisikletinin kırmızısından utanan bir çocuktu...
Yarısı apartmanlarla yarısı bahçeli evlerle dolu mahallesi çalınmış...
Çocukluğunun üzerine A B C blok diye kategorize edilerek havuzlu siteler
yapılmış bir çocuk...
Üzerinde masmavi gökyüzünün olduğu bir çocuktu...
Peçeteyle kağıt havluyla değil; elbeziyle ağzı silinmiş...
Anne tarafından iyice bastırılınca daha iyi paklar diye düşünülen elbezi
dokusunun ağzını acıttığı bir çocuktu...
Elbezinin sabun tadının hala dudaklarında olduğu bir çocuk...
Yine çocuk...
Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?..
Seni bize götürelim bizim oğlumuz olur musun?..
Ve benzeri aptalca sorularla dimağı yoklanmış...
Misafirliğe gidildiğinde misal muzdan kendisine düşen adetten daha
fazlasını yiyince evde olsa yemez bir yere gidince hep böyle oluyor
ana-baba utancını duymuş...
Ev sahibi kişi bir an için uzaklaştığında kaş göz işaretleriyle uyarılan
yediği muz zehir zıkkım edilmiş bir çocuktu...
Nalbura gidip bilmemkaçnumara boya almış sonra bir ton açığı olsa iyi
olur tespitiyle nalbura bir kez daha gönderilmiş yolda giderken
küfretmiş...
Evde badana yapılırken mutlu olsun diye eline küçük bir fırça verilmiş
onun boyadığı yerler badanacı kişi tarafından umursanmadan tekrar
boyanmış...
Bu güvensizliğe anlam verememiş bir çocuktu...
Alışverişi gönderilirken verilen paranın üstüyle kendine istediğin bir
şeyi alabilirsin özgürlüğü sunulmuş eve gelindiğinde illa ki kendine ne
aldın merakıyla karşılanmış...
Sen dururken annen mi gitsin ekmek almaya siteminden etkilenip
televizyondaki filmi yarım bırakarak bakkala ekmek almaya gitmiş...
Evin ekmek ihtiyacı hep seyrettiği en güzel filmlere denk düşmüş...
Bakkal ev arasındaki mesafede ekmeğin ucunu ısırarak gıda etmiş bir
çocuktu...
Yine çocuk...
Evden çıkarkenParan var mı? sorusuna "Hayır yok" yerine seri şekilde
"Var var" diyen tam kapıyı kapatacakken"Şunu da al bulunsun lazım olur"
baba sıcaklığıyla karşılaşmış bir çocuktu...
Parayı utana sıkıla alırken paraya bakmıyormuş gibi yapan...
"Valla param var yaaa" sahtekarlığına sığınmakta ısrar eden çulsuz...
İçten içe "Ulan baba ne kadar anlayışlısın sağol be ya" sessizliğinde
sevinen bir çocuktu...
Yine çocuk...
***
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
At arabalarının kamyonetlerin arkasına takılmış...
Arkadaşları tarafından "Abi takılan var takılan var" diye
gammazlanmış...
Minibüslerde otobüslerde midesi bulanınca annesi tarafından "aklına
getirme midenin bulandığını" öğüdüyle yüzleşmiş...
Bu öğüdü ciddiye alıp "Aklıma getirmiycem getrimiycem işte" diye
mücadele etmiş ve bunu başaramamış bir çocuktu...
Depozitolu şişeleri evden çaktırmadan yürütüp bakkala satarak harçlığını
çıkarmış...
Ebe tura bir ki üç yerden yüksek Japon kale dokuz aylık... gibi oyunlara
doymayan...
Hava kararmadan evde olması gerekmiş bir çocuktu...
Yine çocuk...
Evdeki terliklerin salon mutfak banyo balkon terliği şeklinde
ayrılmasına anlam veremeyen...
Balkon terliğiyle odalarda diğer terliklerle balkonda dolaştığında
azarlanmış bir çocuktu...
Yine çocuk...
Banyo yapmayı sevmeyen...
Taşa oturunca gerçekten karnı ağrıyan...
Acıkınca eve şöyle bir uğrayıp ekmeğin arasına domates destekli bir
şeyler koydurarak evden bir çırpıda çıkan...
Evden çıkarken ayakkabıların giyilmesi esnasında ekmeği yanından
dişleyerek ağzında tutan...
Çıtalı uçurtma yapmayı asla öğrenemediğinden marangozdan yalvar yakar
aldığı çıtaları mahallenin abilerine gözü kapalı teslim eden bir
çocuktu...
***
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
Ağlamaktan utanmayan...
Akşama köfte patates kızartması yapıldı mı sevinçten deli olan...
Köfteleri patatesleri yerken yarına kalma ihtimalini düşünen...
Ertesi gün buzdolabını açtığında bir tane olsun köfteye rastlayamayan...
Tek tük kalmış pörsümüş patateslere tenezzül etmeyen bir çocuktu...
Yine çocuk...
Bütün spor ayakkabılarına"esem spor" denilen...
Ayakkabı bağlamayı geç öğrenmiş...
Kış günlerinde pantolonunun altına zorla külotlu çorap giydirilmiş...
Arabaların şoför tarafındaki camlarından içeriye dikkatlice bakarak
"arabanın kaç yaptığını" öğrenmekten aaaif alan...
"Kızların içinde kızılcık bebek" küçümseyişini fazlasıyla tatmış bir
çocuktu...
Yine çocuk...
***
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
Düğünlere götürülmüş...
Düğünlerde mahalli sanatçının "anneler babalar çocuklarınızı yanınıza
alın" uyarısıyla sahneden alınmış...
Sonra tekrar sahneye fırlamış...
Adını bilmeyenlerin "Küçüüüükkkkkkk... Şişşşştttt küçüüüükkk"
seslenişine maruz kalmış bir çocuktu...
Bir çocuk...
Kocaman kocaman sevdaları olan...
Hep en kudretli kendisinin aşık olduğunu sanan öylesine bir çocuktu...
Yine çocuk...
***
O işte...
O...
Daha ne olsun...
Nasıl söylesek?..
Nasıl anlatsak?..
Pasaklıdır mesela...
Dağınık...
Hep dağınık...
Kendisini dağıtacak sevdaları kolay bulması bundan belki...
Belki bundan iflah olmaz bir gönül adamı...
Dağınık...
Ruhu... Beyni... Mekanı...
Her yeri dağınık... Öyle biri...
Yalancı...
Kendisini kandıracak kadar yalancı...
Hiç bir hayali yok...
Olmadı...
Olmayacak da...
Asabi...
Sabırsız...
Ama en çok da dağınık...
Ruhu... Beyni... Mekanı...
Her yeri dağınık... Öyle biri...
Öylesine yaşıyor...
Öylesine...
Öyle..
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
Yine çocuk...
Hep çocuk...
Hep...
Herkes kadar çocuk...
Herkes...
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
Hep çocuktu...
Yine çocuk...
Saçları kumral...
Dümdüz...
Ipıl ıpıl parlıyan bir çocuktu...
Yine çocuk...
Uyurken dudaklarının kavuştuğu kenarından gerdanına doğru uyku suyu
akan...
Üzerindeki yeşil battaniyesinin birazı yere doğru uzanan bir çocuktu...
Telaşsız...
Umarsız...
Kirli...
Kuruyunca griye çalan çamurları; suratında ellerinde dizlerinde taşıyan
bir çocuktu...
Gecenin bir yarısında ateşi çıkan...
Kusan...
Üşüyen...
Anasının baş ucunda sabahladığı bir çocuktu...
Babası işe gidince ne gereği varsa ağlayan...
Akşam olup da dönünce mutlu olan...
Yağmur birikintilerinde kağıt kayıklar yüzdürmüş...
Keskince katladığı her bir uçağı yere düşmüş...
Ayağına paslı olup olmadığı ebeveynleri tarafından merak edilen çiviler
batmış...
Pasın neden önemli olduğunu kavrayamamış...
Kanamış bir çocuktu...
Yine çocuk...
Sigara görünümlü sakızlar çiğnemiş...
En berbat mikrop dolu pembe gofretleri yemiş...
Leblebi tozu boğazında kalmış...
Niyet çekmiş...
Elvan gazozunu bir dikişte içebilmiş...
Uçan balonu olmuş...
Siyah okul önlüğü giymiş...
Kırmızı Pinokyo bisikletine rahatça binebilecek geniş sokaklara sahip
olmuş
Bisikletinin kırmızısından utanan bir çocuktu...
Yarısı apartmanlarla yarısı bahçeli evlerle dolu mahallesi çalınmış...
Çocukluğunun üzerine A B C blok diye kategorize edilerek havuzlu siteler
yapılmış bir çocuk...
Üzerinde masmavi gökyüzünün olduğu bir çocuktu...
Peçeteyle kağıt havluyla değil; elbeziyle ağzı silinmiş...
Anne tarafından iyice bastırılınca daha iyi paklar diye düşünülen elbezi
dokusunun ağzını acıttığı bir çocuktu...
Elbezinin sabun tadının hala dudaklarında olduğu bir çocuk...
Yine çocuk...
Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?..
Seni bize götürelim bizim oğlumuz olur musun?..
Ve benzeri aptalca sorularla dimağı yoklanmış...
Misafirliğe gidildiğinde misal muzdan kendisine düşen adetten daha
fazlasını yiyince evde olsa yemez bir yere gidince hep böyle oluyor
ana-baba utancını duymuş...
Ev sahibi kişi bir an için uzaklaştığında kaş göz işaretleriyle uyarılan
yediği muz zehir zıkkım edilmiş bir çocuktu...
Nalbura gidip bilmemkaçnumara boya almış sonra bir ton açığı olsa iyi
olur tespitiyle nalbura bir kez daha gönderilmiş yolda giderken
küfretmiş...
Evde badana yapılırken mutlu olsun diye eline küçük bir fırça verilmiş
onun boyadığı yerler badanacı kişi tarafından umursanmadan tekrar
boyanmış...
Bu güvensizliğe anlam verememiş bir çocuktu...
Alışverişi gönderilirken verilen paranın üstüyle kendine istediğin bir
şeyi alabilirsin özgürlüğü sunulmuş eve gelindiğinde illa ki kendine ne
aldın merakıyla karşılanmış...
Sen dururken annen mi gitsin ekmek almaya siteminden etkilenip
televizyondaki filmi yarım bırakarak bakkala ekmek almaya gitmiş...
Evin ekmek ihtiyacı hep seyrettiği en güzel filmlere denk düşmüş...
Bakkal ev arasındaki mesafede ekmeğin ucunu ısırarak gıda etmiş bir
çocuktu...
Yine çocuk...
Evden çıkarkenParan var mı? sorusuna "Hayır yok" yerine seri şekilde
"Var var" diyen tam kapıyı kapatacakken"Şunu da al bulunsun lazım olur"
baba sıcaklığıyla karşılaşmış bir çocuktu...
Parayı utana sıkıla alırken paraya bakmıyormuş gibi yapan...
"Valla param var yaaa" sahtekarlığına sığınmakta ısrar eden çulsuz...
İçten içe "Ulan baba ne kadar anlayışlısın sağol be ya" sessizliğinde
sevinen bir çocuktu...
Yine çocuk...
***
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
At arabalarının kamyonetlerin arkasına takılmış...
Arkadaşları tarafından "Abi takılan var takılan var" diye
gammazlanmış...
Minibüslerde otobüslerde midesi bulanınca annesi tarafından "aklına
getirme midenin bulandığını" öğüdüyle yüzleşmiş...
Bu öğüdü ciddiye alıp "Aklıma getirmiycem getrimiycem işte" diye
mücadele etmiş ve bunu başaramamış bir çocuktu...
Depozitolu şişeleri evden çaktırmadan yürütüp bakkala satarak harçlığını
çıkarmış...
Ebe tura bir ki üç yerden yüksek Japon kale dokuz aylık... gibi oyunlara
doymayan...
Hava kararmadan evde olması gerekmiş bir çocuktu...
Yine çocuk...
Evdeki terliklerin salon mutfak banyo balkon terliği şeklinde
ayrılmasına anlam veremeyen...
Balkon terliğiyle odalarda diğer terliklerle balkonda dolaştığında
azarlanmış bir çocuktu...
Yine çocuk...
Banyo yapmayı sevmeyen...
Taşa oturunca gerçekten karnı ağrıyan...
Acıkınca eve şöyle bir uğrayıp ekmeğin arasına domates destekli bir
şeyler koydurarak evden bir çırpıda çıkan...
Evden çıkarken ayakkabıların giyilmesi esnasında ekmeği yanından
dişleyerek ağzında tutan...
Çıtalı uçurtma yapmayı asla öğrenemediğinden marangozdan yalvar yakar
aldığı çıtaları mahallenin abilerine gözü kapalı teslim eden bir
çocuktu...
***
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
Ağlamaktan utanmayan...
Akşama köfte patates kızartması yapıldı mı sevinçten deli olan...
Köfteleri patatesleri yerken yarına kalma ihtimalini düşünen...
Ertesi gün buzdolabını açtığında bir tane olsun köfteye rastlayamayan...
Tek tük kalmış pörsümüş patateslere tenezzül etmeyen bir çocuktu...
Yine çocuk...
Bütün spor ayakkabılarına"esem spor" denilen...
Ayakkabı bağlamayı geç öğrenmiş...
Kış günlerinde pantolonunun altına zorla külotlu çorap giydirilmiş...
Arabaların şoför tarafındaki camlarından içeriye dikkatlice bakarak
"arabanın kaç yaptığını" öğrenmekten aaaif alan...
"Kızların içinde kızılcık bebek" küçümseyişini fazlasıyla tatmış bir
çocuktu...
Yine çocuk...
***
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
Düğünlere götürülmüş...
Düğünlerde mahalli sanatçının "anneler babalar çocuklarınızı yanınıza
alın" uyarısıyla sahneden alınmış...
Sonra tekrar sahneye fırlamış...
Adını bilmeyenlerin "Küçüüüükkkkkkk... Şişşşştttt küçüüüükkk"
seslenişine maruz kalmış bir çocuktu...
Bir çocuk...
Kocaman kocaman sevdaları olan...
Hep en kudretli kendisinin aşık olduğunu sanan öylesine bir çocuktu...
Yine çocuk...
***
O işte...
O...
Daha ne olsun...
Nasıl söylesek?..
Nasıl anlatsak?..
Pasaklıdır mesela...
Dağınık...
Hep dağınık...
Kendisini dağıtacak sevdaları kolay bulması bundan belki...
Belki bundan iflah olmaz bir gönül adamı...
Dağınık...
Ruhu... Beyni... Mekanı...
Her yeri dağınık... Öyle biri...
Yalancı...
Kendisini kandıracak kadar yalancı...
Hiç bir hayali yok...
Olmadı...
Olmayacak da...
Asabi...
Sabırsız...
Ama en çok da dağınık...
Ruhu... Beyni... Mekanı...
Her yeri dağınık... Öyle biri...
Öylesine yaşıyor...
Öylesine...
Öyle..
Bir çocuk Zeki Kayahan Coşkun...
Yine çocuk...
Hep çocuk...
Hep...
Herkes kadar çocuk...
Herkes...