*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?

<--- 1. Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz... --->

<--- 2. İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz... --->

<--- 3. Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz... --->


Join the forum, it's quick and easy


*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?

<--- 1. Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz... --->

<--- 2. İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz... --->

<--- 3. Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz... --->

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

● En Güncel Paylaşım Platformu ●

---Misafir--- Hos Geldiniz Daha iyi Bir Hizmet İçin Üye olunuz.ÜyeLer Link GörebiLir

    Emin Çölaşan ( 1942)

    MnyTirith
    MnyTirith
    ● Admin ●
    ● Admin ●


    <b>Doğum tarihi</b> Doğum tarihi : 20/06/90

    Emin Çölaşan ( 1942) Empty Emin Çölaşan ( 1942)

    Mesaj tarafından MnyTirith C.tesi Mart 06, 2010 2:56 pm

    Emin Çölaşan( 1942)
    1942 yılında Ankara'da doğdu.
    Ortaokul ve liseyi TED Ankara Koleji'nde tamamladı. 1965'te ODTÜ Idari
    Ilinmler Fakültesi'nden mezun oldu. Daha sonra Devlet Planlama
    Teşkilatı, Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve PETKIM'de çalıştı.

    1977 yılında Milliyet Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. 1985 yılında
    Hürriyet Gazetesi'ne geçti. Çölaşan'ın çok sayıda gazetecilik ödülü ve
    kitabı bulunuyor.

    HAKKINDA YAZILANLAR
    Baltalı İlah Zagor
    OĞUZ ARAL
    Hürportreler Hürriyet 2002 İlavesi

    O mazlumların, yetimlerin koruyucusu, hırsızların, düzenbazların,
    hortumcuların kábusu.


    Ormanın derinliklerindeki bir kulübede Kızılderili bir ebe, elinde
    başaşağı tuttuğu bebeğin kıçını tokatlıyor ve,

    ‘‘Ağlasana be, ağla artık!’’ diye bağırıyordu.

    Yeni doğan bebek, inadına gıkını çıkarmıyordu. Oysa, nefes almaya
    başlaması için doğar doğmaz ağlaması gerekiyordu.

    Bebek, yavaş yavaş başını kaldırdı. Poposunu şaplaklayan ve ‘‘Ağla’’
    diye bağırıp duran ebesine küçümseyen gözlerle mavi mavi baktı.

    ‘‘Erkekler ağlamaz!’’ dedi.

    *

    Aradan yıllar geçmiş ve ormanın düzeni iyice bozulmuştu. Uzaklardan
    gelen beyazlar, ormanın ortasına kale kurmuş ve zavallı orman
    Kızılderililerini soyup soğana çevirmeye başlamışlardı. Sadece
    Kızılderilileri değil, hayvanları, hatta ağaçları bile soyuyorlardı.
    Zavallı ayılar kış uykusundan uyanınca postlarının sırtlarında
    olmadığını dehşetle fark ediyor, elma dolu bir ağaçta bir gecede sadece
    elmaların kemirilmiş koçanları kalıyordu. Bu arada ormandaki kalede
    oturan beyazlar gittikçe şişmanlıyordu.

    Günlerden bir gün Hapşıran Tilki adlı yaşlı Kızılderili pazardan
    dönüyordu. Evinde dokuduğu kilimleri satmış, karşılığında un, şeker ve
    250 gram yağ almıştı. Tam Necatibey Patikası'na saparken karşısına üç
    beyaz adam çıktı. Hapşıran Tilki'yi dövüp elindeki Migros torbasını
    aldılar. Hatta torbayla yetinmeyip ihtiyarın ayağındaki plastik
    Kızılderili mokasenlerini de aldılar. Hapşıran Tilki'nin imdat isteyen
    hapşırıklı çığlıklarını birden ormanın derinliklerinden gelen,
    ‘‘AHYAAAK!’’ diye bariton bir kükreme bastırdı. Bu kükremeden sonra
    ormanı bir anda sessizlik kapladı. Sadece kuşlar değil, bütün gece azı
    dişi ağrıdığı için ortalığı velveleye veren puma bile susmuştu.

    Beyaz soyguncular şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Ama şaşkınlıkları
    uzun sürmedi. Ağaçların arasında sarmaşığa tutunmuş sarışın bir adam
    uçarak geldi ve yanlarına kondu.

    ‘‘Hemen ihtiyarın torbasını verin ve buradan toz olun.’’

    ‘‘Sen de kimsin be?’’

    ‘‘Ben mazlumların, yoksulların, yetimlerin, adaletin ve bu ormanın
    koruyucusu ve de hırsızların, düzenbazların, hortumcuların kábusu
    Baltalı İlah Zagor Emin'im.’’

    Beyaz soyguncular silahlarına el atacak oldularsa da Baltalı İlah
    baltasıyla onların kafalarına, ‘‘Tock! Tock! Tock!’’ diye birer kere
    vurdu. Beyaz soyguncular da bir daha iflah etmeyip yere serildiler.
    Yalnız bir tanesi bayılmak üzereyken,

    ‘‘Ben seni Melih Reis'ime şikáyet edeyim de gör gününü’’ dedi. Baltalı
    İlah, kendisine çok yakışan sakal üstü tebessümüyle,

    ‘‘Patronunun adını doğru belle, onun adı Melih Reis değil,
    İ.Melih'tir!’’ diye cevap verdi. Sonra da ‘‘Ahyaak!’’ diye ünlü narasını
    patlatıp ağaçların arasında kayboldu.

    Artık ormandaki hırsızları ve haydutları bir korku sarmıştı. Hepsi Zagor
    Emin'den korkar olmuşlardı. Aslında dağlar taşlar bile Zagor'dan
    korkuyordu. Zagor her hırsızlığa, her haksızlığa, her soyguna
    yetişiyordu. Yetişmese bile, ormandaki ağaçlara hırsızların,
    soyguncuların adını kazıyordu. Fakir Kızılderililerin bir kısmı da
    ağaçlardaki isimlere bakarak,

    ‘‘Vay be, demek ki bu adamda iş varmış’’ diye bir koşu koparıp o
    heriflerin kapısında iş arıyorlardı. (Ama bu durumlar konumuzun dışında
    olduğu için uzatmanın alemi yok.)

    *

    Bu öyküyü bana erik ağacının altında oturan mavi gözlü bir ihtiyar
    anlattı. Sırtında bizim emekli Kurtuluş Savaşı gazilerinin giydiği haki
    rengi bir üniforma, başında ise bir kalpak vardı. Çizmeleri eski ama
    pırıl pırıldı.

    ‘‘Eee, sonra Zagor'a ne oldu?’’ diye sordum.

    ‘‘İhtiyarladı, yoruldu, emekli oldu ve kıyafetini değiştirdi.
    İhtiyarlayınca ormandaki her ağacı tek başına koruyamayacağını sonunda
    öğrendi. Şimdi hiç olmazsa bir tek ağacı koruyor’’ dedi ve bastonunu
    kaldırıp gez-göz-arpacık nişan aldı. Ağzıyla, ‘‘Grav! Grav!’’ silah sesi
    çıkardı. Can eriklerine saldıran kargalardan ikisi yere düştü.


    __________________

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 9:35 am