Emin Çölaşan( 1942)
1942 yılında Ankara'da doğdu.
Ortaokul ve liseyi TED Ankara Koleji'nde tamamladı. 1965'te ODTÜ Idari
Ilinmler Fakültesi'nden mezun oldu. Daha sonra Devlet Planlama
Teşkilatı, Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve PETKIM'de çalıştı.
1977 yılında Milliyet Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. 1985 yılında
Hürriyet Gazetesi'ne geçti. Çölaşan'ın çok sayıda gazetecilik ödülü ve
kitabı bulunuyor.
HAKKINDA YAZILANLAR
Baltalı İlah Zagor
OĞUZ ARAL
Hürportreler Hürriyet 2002 İlavesi
O mazlumların, yetimlerin koruyucusu, hırsızların, düzenbazların,
hortumcuların kábusu.
Ormanın derinliklerindeki bir kulübede Kızılderili bir ebe, elinde
başaşağı tuttuğu bebeğin kıçını tokatlıyor ve,
‘‘Ağlasana be, ağla artık!’’ diye bağırıyordu.
Yeni doğan bebek, inadına gıkını çıkarmıyordu. Oysa, nefes almaya
başlaması için doğar doğmaz ağlaması gerekiyordu.
Bebek, yavaş yavaş başını kaldırdı. Poposunu şaplaklayan ve ‘‘Ağla’’
diye bağırıp duran ebesine küçümseyen gözlerle mavi mavi baktı.
‘‘Erkekler ağlamaz!’’ dedi.
*
Aradan yıllar geçmiş ve ormanın düzeni iyice bozulmuştu. Uzaklardan
gelen beyazlar, ormanın ortasına kale kurmuş ve zavallı orman
Kızılderililerini soyup soğana çevirmeye başlamışlardı. Sadece
Kızılderilileri değil, hayvanları, hatta ağaçları bile soyuyorlardı.
Zavallı ayılar kış uykusundan uyanınca postlarının sırtlarında
olmadığını dehşetle fark ediyor, elma dolu bir ağaçta bir gecede sadece
elmaların kemirilmiş koçanları kalıyordu. Bu arada ormandaki kalede
oturan beyazlar gittikçe şişmanlıyordu.
Günlerden bir gün Hapşıran Tilki adlı yaşlı Kızılderili pazardan
dönüyordu. Evinde dokuduğu kilimleri satmış, karşılığında un, şeker ve
250 gram yağ almıştı. Tam Necatibey Patikası'na saparken karşısına üç
beyaz adam çıktı. Hapşıran Tilki'yi dövüp elindeki Migros torbasını
aldılar. Hatta torbayla yetinmeyip ihtiyarın ayağındaki plastik
Kızılderili mokasenlerini de aldılar. Hapşıran Tilki'nin imdat isteyen
hapşırıklı çığlıklarını birden ormanın derinliklerinden gelen,
‘‘AHYAAAK!’’ diye bariton bir kükreme bastırdı. Bu kükremeden sonra
ormanı bir anda sessizlik kapladı. Sadece kuşlar değil, bütün gece azı
dişi ağrıdığı için ortalığı velveleye veren puma bile susmuştu.
Beyaz soyguncular şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Ama şaşkınlıkları
uzun sürmedi. Ağaçların arasında sarmaşığa tutunmuş sarışın bir adam
uçarak geldi ve yanlarına kondu.
‘‘Hemen ihtiyarın torbasını verin ve buradan toz olun.’’
‘‘Sen de kimsin be?’’
‘‘Ben mazlumların, yoksulların, yetimlerin, adaletin ve bu ormanın
koruyucusu ve de hırsızların, düzenbazların, hortumcuların kábusu
Baltalı İlah Zagor Emin'im.’’
Beyaz soyguncular silahlarına el atacak oldularsa da Baltalı İlah
baltasıyla onların kafalarına, ‘‘Tock! Tock! Tock!’’ diye birer kere
vurdu. Beyaz soyguncular da bir daha iflah etmeyip yere serildiler.
Yalnız bir tanesi bayılmak üzereyken,
‘‘Ben seni Melih Reis'ime şikáyet edeyim de gör gününü’’ dedi. Baltalı
İlah, kendisine çok yakışan sakal üstü tebessümüyle,
‘‘Patronunun adını doğru belle, onun adı Melih Reis değil,
İ.Melih'tir!’’ diye cevap verdi. Sonra da ‘‘Ahyaak!’’ diye ünlü narasını
patlatıp ağaçların arasında kayboldu.
Artık ormandaki hırsızları ve haydutları bir korku sarmıştı. Hepsi Zagor
Emin'den korkar olmuşlardı. Aslında dağlar taşlar bile Zagor'dan
korkuyordu. Zagor her hırsızlığa, her haksızlığa, her soyguna
yetişiyordu. Yetişmese bile, ormandaki ağaçlara hırsızların,
soyguncuların adını kazıyordu. Fakir Kızılderililerin bir kısmı da
ağaçlardaki isimlere bakarak,
‘‘Vay be, demek ki bu adamda iş varmış’’ diye bir koşu koparıp o
heriflerin kapısında iş arıyorlardı. (Ama bu durumlar konumuzun dışında
olduğu için uzatmanın alemi yok.)
*
Bu öyküyü bana erik ağacının altında oturan mavi gözlü bir ihtiyar
anlattı. Sırtında bizim emekli Kurtuluş Savaşı gazilerinin giydiği haki
rengi bir üniforma, başında ise bir kalpak vardı. Çizmeleri eski ama
pırıl pırıldı.
‘‘Eee, sonra Zagor'a ne oldu?’’ diye sordum.
‘‘İhtiyarladı, yoruldu, emekli oldu ve kıyafetini değiştirdi.
İhtiyarlayınca ormandaki her ağacı tek başına koruyamayacağını sonunda
öğrendi. Şimdi hiç olmazsa bir tek ağacı koruyor’’ dedi ve bastonunu
kaldırıp gez-göz-arpacık nişan aldı. Ağzıyla, ‘‘Grav! Grav!’’ silah sesi
çıkardı. Can eriklerine saldıran kargalardan ikisi yere düştü.
__________________
1942 yılında Ankara'da doğdu.
Ortaokul ve liseyi TED Ankara Koleji'nde tamamladı. 1965'te ODTÜ Idari
Ilinmler Fakültesi'nden mezun oldu. Daha sonra Devlet Planlama
Teşkilatı, Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı ve PETKIM'de çalıştı.
1977 yılında Milliyet Gazetesi'nde gazeteciliğe başladı. 1985 yılında
Hürriyet Gazetesi'ne geçti. Çölaşan'ın çok sayıda gazetecilik ödülü ve
kitabı bulunuyor.
HAKKINDA YAZILANLAR
Baltalı İlah Zagor
OĞUZ ARAL
Hürportreler Hürriyet 2002 İlavesi
O mazlumların, yetimlerin koruyucusu, hırsızların, düzenbazların,
hortumcuların kábusu.
Ormanın derinliklerindeki bir kulübede Kızılderili bir ebe, elinde
başaşağı tuttuğu bebeğin kıçını tokatlıyor ve,
‘‘Ağlasana be, ağla artık!’’ diye bağırıyordu.
Yeni doğan bebek, inadına gıkını çıkarmıyordu. Oysa, nefes almaya
başlaması için doğar doğmaz ağlaması gerekiyordu.
Bebek, yavaş yavaş başını kaldırdı. Poposunu şaplaklayan ve ‘‘Ağla’’
diye bağırıp duran ebesine küçümseyen gözlerle mavi mavi baktı.
‘‘Erkekler ağlamaz!’’ dedi.
*
Aradan yıllar geçmiş ve ormanın düzeni iyice bozulmuştu. Uzaklardan
gelen beyazlar, ormanın ortasına kale kurmuş ve zavallı orman
Kızılderililerini soyup soğana çevirmeye başlamışlardı. Sadece
Kızılderilileri değil, hayvanları, hatta ağaçları bile soyuyorlardı.
Zavallı ayılar kış uykusundan uyanınca postlarının sırtlarında
olmadığını dehşetle fark ediyor, elma dolu bir ağaçta bir gecede sadece
elmaların kemirilmiş koçanları kalıyordu. Bu arada ormandaki kalede
oturan beyazlar gittikçe şişmanlıyordu.
Günlerden bir gün Hapşıran Tilki adlı yaşlı Kızılderili pazardan
dönüyordu. Evinde dokuduğu kilimleri satmış, karşılığında un, şeker ve
250 gram yağ almıştı. Tam Necatibey Patikası'na saparken karşısına üç
beyaz adam çıktı. Hapşıran Tilki'yi dövüp elindeki Migros torbasını
aldılar. Hatta torbayla yetinmeyip ihtiyarın ayağındaki plastik
Kızılderili mokasenlerini de aldılar. Hapşıran Tilki'nin imdat isteyen
hapşırıklı çığlıklarını birden ormanın derinliklerinden gelen,
‘‘AHYAAAK!’’ diye bariton bir kükreme bastırdı. Bu kükremeden sonra
ormanı bir anda sessizlik kapladı. Sadece kuşlar değil, bütün gece azı
dişi ağrıdığı için ortalığı velveleye veren puma bile susmuştu.
Beyaz soyguncular şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Ama şaşkınlıkları
uzun sürmedi. Ağaçların arasında sarmaşığa tutunmuş sarışın bir adam
uçarak geldi ve yanlarına kondu.
‘‘Hemen ihtiyarın torbasını verin ve buradan toz olun.’’
‘‘Sen de kimsin be?’’
‘‘Ben mazlumların, yoksulların, yetimlerin, adaletin ve bu ormanın
koruyucusu ve de hırsızların, düzenbazların, hortumcuların kábusu
Baltalı İlah Zagor Emin'im.’’
Beyaz soyguncular silahlarına el atacak oldularsa da Baltalı İlah
baltasıyla onların kafalarına, ‘‘Tock! Tock! Tock!’’ diye birer kere
vurdu. Beyaz soyguncular da bir daha iflah etmeyip yere serildiler.
Yalnız bir tanesi bayılmak üzereyken,
‘‘Ben seni Melih Reis'ime şikáyet edeyim de gör gününü’’ dedi. Baltalı
İlah, kendisine çok yakışan sakal üstü tebessümüyle,
‘‘Patronunun adını doğru belle, onun adı Melih Reis değil,
İ.Melih'tir!’’ diye cevap verdi. Sonra da ‘‘Ahyaak!’’ diye ünlü narasını
patlatıp ağaçların arasında kayboldu.
Artık ormandaki hırsızları ve haydutları bir korku sarmıştı. Hepsi Zagor
Emin'den korkar olmuşlardı. Aslında dağlar taşlar bile Zagor'dan
korkuyordu. Zagor her hırsızlığa, her haksızlığa, her soyguna
yetişiyordu. Yetişmese bile, ormandaki ağaçlara hırsızların,
soyguncuların adını kazıyordu. Fakir Kızılderililerin bir kısmı da
ağaçlardaki isimlere bakarak,
‘‘Vay be, demek ki bu adamda iş varmış’’ diye bir koşu koparıp o
heriflerin kapısında iş arıyorlardı. (Ama bu durumlar konumuzun dışında
olduğu için uzatmanın alemi yok.)
*
Bu öyküyü bana erik ağacının altında oturan mavi gözlü bir ihtiyar
anlattı. Sırtında bizim emekli Kurtuluş Savaşı gazilerinin giydiği haki
rengi bir üniforma, başında ise bir kalpak vardı. Çizmeleri eski ama
pırıl pırıldı.
‘‘Eee, sonra Zagor'a ne oldu?’’ diye sordum.
‘‘İhtiyarladı, yoruldu, emekli oldu ve kıyafetini değiştirdi.
İhtiyarlayınca ormandaki her ağacı tek başına koruyamayacağını sonunda
öğrendi. Şimdi hiç olmazsa bir tek ağacı koruyor’’ dedi ve bastonunu
kaldırıp gez-göz-arpacık nişan aldı. Ağzıyla, ‘‘Grav! Grav!’’ silah sesi
çıkardı. Can eriklerine saldıran kargalardan ikisi yere düştü.
__________________