Esen meltem kulağıma seni
fısıldarsa
Kalbim kanat çarpan kuş hızıyla atarsa
İçim biteviye özleminle dolup taşarsa
Bunun adı aşk olsun
Görmezse gözlerim başka kimseyi
Tatmamışsam önceleri böyle sevmeyi
Bilmiyorsam artık gündüzle geceyi
Bunun adı aşk olsun
Sen bulutlarda dolaşıp ben peşindeysem
Sen erişilmez ben zavallı
biçareysem
Sevginle deliysem sevginle
divaneysem
Bunun adı aşk olsun
Ben Mecnun gibiyken sen Leyla olsan
Bu sevda pınarından kanarak içiyorsam
Kor gibi yakıp ok gibi işlediyse sevdan
Bunun adı aşk olsun
Aşık Orhan der ki “Aşk her şeye değer”
Ateşinle ısındı gün gibi
aydınlandı her yer
Bu ateşte eriyip yok olup
gideceksem eğer
Bunun adı aşk olsun.
Öyle bir ilişkiye tutulursunuz ki ne sevebilir ne terk
edebilirsiniz.
Kör kütük bağlanmışsınızdır aslında...
En güzel yıllarınızın acı tatlı
hatıralarınızın ortağıdır;
İç çekişmelerinizin nedeni yazılarınızın
ilhamı
sohbetlerinizin konusudur.
Göz yaşlarınızda bilinçaltınızda kahkahanızdadır.
Korkunca saklandığınız bir sığınak coşunca öptüğünüz
bir bayrak...
Sevdanız riyasız çıkarsız karşılıksızdır.
Sınırsız ve nihayetsiz; "Ölmek var dönmek yok"tur.
Gün gelir anlarsınız; içten içe bir şeylerin kanadığını...
Tutkulu sevdaların gizli hançerleri başlar parıldamaya...
Şurasından burasından
eleştirmeye koyulursunuz:
"Şöyle görünse öyle demese değişse biraz ya
da eskisi gibi olsa..."
Başkalarını örnek göstermeye "Bak onlar nasıl
yaşıyor" demeye başlarsınız.
Hem birlikte yaşayıp hem özgür olmanın
yollarını ararsınız.
Aşkınızın gözü kör değildir artık yanlışını görür
düzeltmek istersiniz.
"Eskiden böyle miydi ya..." diye başlayan sohbetlerde açılır eleştirinin
kapısı;
Açıldıkça bastırılmış
itirazlar yükselir bilinçaltından...
Böyle süremeyeceğini bilirsiniz.Değişsin istersiniz.
O
sevgisizliğinize yorar bunu... İhanete sayar.
Tutkulu ilişkilerde ihanetin bedeli ölümdür.
"Ya sev böyle ya da terket" diye gürler...
Bir zamanlar bir gülücüğüyle alacakaranlığı ısıtan o rüya bir kabusa
dönüşür birden...
Kapatır gönlünün kapılarını yasaklar kendini
size...Hoyrattır bakmaz
yüzünüze...
Zehir akar dilinden konuşturmaz suçlar yargılar mahkum
eder.
Mühürler dudaklarınızı yırtar atar
yazdıklarınızı siler sizi
defterden...
"İyiliğin içindi hepsi seni sevdiğim
için..." dersiniz dinletemezsiniz.
Ayrılırsanız yaşamayacağınız bilirsiniz ama böyle de
sevemezsiniz
İhanetten kırılmıştır kaleminiz; severek terk edersiniz...
"Madem öyle..." nin çağı başlar ondan sonra...
Madem ki siz böylesine tutkunken o hep başkalarını
seçmiştir
Madem ki kıymetinizi bilmemiştir o halde "günah
sizden gitmiştir".
Lanet ederek bu karşılıksız aşka çekip gitmeleri
denersiniz.
Aşkın göçmenlik çağı başlar böylece....
Daha özgür olacağınız limanlara demirlersiniz bir süre...
Ne var ki unutamaz uzaktan uzağa
izlersiniz olup biteni...
Etrafı bir sürü uğursuzla dolmuş kurda kuşa yem
olmuştur.
Delikanlılar eli kanlılar uğruna ölenler sırtına binenler
sarmıştır çevresini Gurur duyar onlarla koynunda besler gözünü oysunlar
diye
Uğruna kan dökenleri sever yoluna gül
dökenlerden fazla
"Bana ne.kendi seçimi" diye omuz silkmeye çabalarsınız bir süre
Ama sonra ansızın kulağımıza çalınan bir şarkı ya da kapı aralığından
süzülüp gelen bir koku hatırlatır onu
yeniden
Yaban ellerde başka kollarda
ondan bahseder ağlarsınız.
Kokusunu özlersiniz; türküsünü söylemeyi şarkısını
dinlemeyi yemeğini yemeyi elinden bir kadeh
şarap içmeyi...
Karşı nehrin kenarından hasret şiirleri haykırırsınız sular kulağına
fısıldasın diye...
Dönüp "Seni hala seviyorum" diye bağırmak geçer içinizden...
Dönemezsiniz...
Göremedikçe bağlanır uzaklaştıkça
yakınlaşırsınız.
Anlarsınız ki bir çaresiz aşktır bu ne onunla olur ne onsuz...
Hem kollarında ölmek kucağına gömülmek
arzusu hem "Ne
olacak sonunda" kuşkusu...
Böyle sevemezsiniz terk de
edemezsiniz.
Sürünür gidersiniz.