*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?

<--- 1. Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz... --->

<--- 2. İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz... --->

<--- 3. Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz... --->


Join the forum, it's quick and easy


*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?

<--- 1. Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz... --->

<--- 2. İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz... --->

<--- 3. Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz... --->

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

● En Güncel Paylaşım Platformu ●

---Misafir--- Hos Geldiniz Daha iyi Bir Hizmet İçin Üye olunuz.ÜyeLer Link GörebiLir

    Ünlü Matematikçiler

    MnyTirith
    MnyTirith
    ● Admin ●
    ● Admin ●


    <b>Doğum tarihi</b> Doğum tarihi : 20/06/90

    Ünlü Matematikçiler - Sayfa 2 Empty Ünlü Matematikçiler

    Mesaj tarafından MnyTirith Çarş. Nis. 21, 2010 1:47 pm

    Konunun ilk mesajı :

    Abdullah bin Musa el-Harezmi

    Ünlü Matematikçiler - Sayfa 2 Harezmi5or

    Harezmi, Türk asıllı olduğu da iddia edilen İranlı matematik, astronomi
    ve coğrafya bilginidir. Onun matematik konusundaki çalışmaları cebir'in
    temelini oluşturmuştur. Bir dönem bulunduğu Hindistan’da harfler ya da
    heceler yerine sembollerin kullanıldığını saptamış, onları İslam
    dünyasına kazandırmıştır. Böylece sembollerden oluşan on tabanlı sayı
    sisteminin kurulmasını sağlamıştır. Harezmî, Hesab-ül Cebir vel-Mukabele
    adlı eserinde logaritmanın kullanılışına da öncülük etmiştir.
    İngilizce'de "al-Khwarizmi", Farsça'da "خوارزمی" diye anılır.

    Hayatı

    Horasan bölgesinde bulunan Harezm (bugünkü Özbekistan'ın Khiva)şehrinde
    dünyaya gelen Harezmi'nin tam adı Abdullah bin Musa el-Harezmi'dir.
    Doğum tarihi konusunda ihtilaf vardır, büyük ihtimalle 780 yılında
    doğmuş 845'de ise vefat etmiştir. Bu tarihler kesin değildir yine de 800
    yılı civarında doğduğu ve 840 yılı civarında da vefat ettiği
    bilinmektedir.

    Harezm'de temel eğitimimini alan Harezmi, gençlinin ilk yıllarında
    Bağdat'taki ileri bilim atmosferinin varlığını öğrenir. İlmi konulara
    doyumsuz denilebilecek seviyedeki bir aşkla bağlı olan Harezmi ilmi
    konularda çalışma idealini gerçekleştirmek için Bağdat'a gelir ve
    yerleşir. Devrinde bilginleri himayesi ile meşhur olan Abbasi halifesi
    Mem'un Harezmi'deki ilim kabiliyetinden haberdar olunca onu kendisi
    tarafından Eski Mısır, Mezopotamya, Grek ve Eski hint medeniyetlerine
    ait eserlerle zenginleştirilmiş Bağdat Saray Kütüphanesi'nin idaresinde
    görevlendirilir. Daha sonra da Bağdat Saray Kütüphanesindeki yabancı
    eserlerin tercümesini yapmak amaıyla kurulan bir tercüme akademisi olan
    Beyt'ül Hikme'de görevlendirilir. Böylece Harezmi, Bağdat'ta inceleme ve
    araştırma yapabilmek için gerekli bütün maddi ve manevi imkanlara
    kavuşur. Burada hayata ait bütün endişelerden uzak olarak matematik ve
    astronomi ile ilgili araştırmalarına başlar.

    Bağdat bilim atmosferi içerisinde kısa zamanda üne kavuşan Harezmi,
    Şam'da bulunan Kasiyun Rasathanesin'de çalışan bilim heyetinde ve
    yerkürenin bir derecelik meridyen yayı uzunluğunu ölçmek için Sincar
    Ovasına giden bilim heyetinde bulunduğu gibi Hint matematiğini incelemek
    için Afganistan üzerinden Hindistan'a giden bilim heyetine başkanlık da
    etmiştir.

    Harezmi'nin latinceye çevrilen eserlerinden olan ve ikinci dereceden bir
    bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümlerini
    inceleyen El-Kitab 'ul Muhtasar fi'l Hesab'il cebri ve 'l Mukabele adlı
    eseri şu cümleyle başlar :
    "Algoritmi şöyle diyor: Rabbimiz ve koruyucumuz olan Allah 'a hamd ve
    senalar olsun"

    Eserleri

    Matematik ile ilgili Eserleri :

    * El- Kitab'ul Muhtasar fi'l Hesab'il Cebri ve'l Mukabele
    * Kitab al-Muhtasar fil Hisab el-Hind
    * El-Mesahat

    Astronomi ile ilgili eserleri :


    * Ziyc'ul Harezmi
    * Kitab al-Amal bi'l Usturlab
    * Kitab'ul Ruhname

    Coğrafya ile ilgili Eserleri :

    * Kitab surat al-arz



    Tarih ile ilgili eserleri :

    * Kitab'ul Tarih


    En son TanriLar_OkuLu tarafından Çarş. Nis. 21, 2010 2:12 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
    MnyTirith
    MnyTirith
    ● Admin ●
    ● Admin ●


    <b>Doğum tarihi</b> Doğum tarihi : 20/06/90

    Ünlü Matematikçiler - Sayfa 2 Empty Geri: Ünlü Matematikçiler

    Mesaj tarafından MnyTirith Çarş. Nis. 21, 2010 2:05 pm

    Leibniz (1646 - 1716)
    "Ben de o kadar fikir
    var ki, eğer benden daha iyi görmesini bilenler bir gün onları
    derinleştirecek ve benim zihin emeğime kendi kafalarının güzelliğini
    katacak olurlarsa, sonraları belki bir işe yarayabilir" diyen Gottfried
    Wilhelm Leibniz, 1 Temmuz 1646 günü Leibzig'de doğdu. Ancak yetmiş yıl
    yaşadı. 14 Kasım 1716 yılında Hannover'de öldü. Babası ahlak ilmi
    öğretmeni olup üç nesilden beri Saksonya hükümetine hizmet etmiş bir
    aileden geliyordu. Bu nedenle, Leibniz'in ilk yılları oldukça ağır bir
    politika ile yüklü bir bilgiçlik havası içinde geçti.
    Leibniz altı yaşındayken babasını kaybetti. Tarih hevesini babasından
    almıştı. Leipzig'de bir okula devam ediyordu. Babasının geniş
    kütüphanesinde bulunan çok sayıdaki kitapları sürekli okuyordu. Sekiz
    yaşında Latince'ye başladı. On iki yaşına gelince, Latince şiir yazacak
    kadar bu dilini ilerletti. Latince dilini öğrendikten sonra, kendi
    gayreti ile Yunan'ca öğrendi. Bu devirdeki zihni ve zekası Descartes'e
    benziyor ve çok iyi işliyordu. Klasik çalışmalardan usandığı için mantık
    ilmine başladı. On beş yaşından küçük olan bu ******n, klasiklerin ve
    skolastik Hıristiyanların büyüklerinin ortaya koyduğu mantığı düzeltmek
    için "Characteristica Universalis" adlı ilk denemesini verdi. Couturat,
    Russell ve başkalarının. dediği gibi, bu eser ****fiziğin anahtarıdır.
    Yine İngiliz matematikçisi Boole'un söylediği gibi, kendisinin yarattığı
    sembolik mantık, Leibniz'in Characteristica'sının bir parçasıdır.
    Leibniz, on beş yaşındayken Leipzig Üniversitesine bir hukuk öğrencisi
    olarak girdi. Zamanının tümünü hukuka vermiyordu. İlk iki yıl içinde
    birçok felsefe eseri okudu. Zamanının filozofları olan Kepler, Galile ve
    Descartes'ın keşfettikleri yeni dünya hakkında bilgiler edindi.
    Sonuçta, matematik öğrenmeden bu ilimleri kavramının olanaksız olduğu
    kanaatine vardı. 1663 yılının yazını Jena Üniversitesinde geçirdi. Orada
    matematikçi olan Erhard Weigel'in derslerini izledi.
    Leibzig'e dönünce yeniden hukuka başladı. 1666 yılında yirmi yaşındayken
    doktora sınavı için hazırdı. Oysa, aynı yıllarda Newton, Woolsthorpe'ta
    bir köyde diferansiyel ve integral hesap ve genel çekim kanununu
    oluşturacak olan düşüncelere dalmıştı. Bu konuda Leibniz de geç kalmış
    sayılmazdı. Onu bu ateşe itecek ve tutuşturacak bir kıvılcımın çıkması
    gerekiyordu. Bu kıvılcım da, o zamanın Avrupa'sının ilme karşı görevini
    yerine getirme isteğiydi.
    Leibniz'e gıpta eden titiz Leipzig Fakültesi ona resmen gençliğinden,
    gerçekte tüm profesörlerden fazla hukuk bildiğinden dolayı, doktora
    ünvanını vermeyi kabul etmedi. Halbuki, 1863 yılında on sekiz
    yaşındayken parlak bir tezle başölye ünvanını almıştı. Leipzig
    Fakültesinde egemen olan mistik düşünceden iğrenen Leibniz, doğduğu
    şehri bırakıp Nürnberg'e gitti. 5 Kasım 1666 yılında Alfdorf
    Üniversitesine bağlı Nürnberg Üniversitesi Tarihi Yöntem adlı
    çalışmasından dolayı doktora ünvanını verdi. Aynı zamanda hukuk
    kürsüsünü de kabul etmesini rica etti. Descartes kendisine verilen
    generallik ünvanını kabul etmemişse, Leibniz de öneriye yanaşmayıp
    isteklerinin ne olduğunu söylememişti. Fakat bu arzuların küçük
    prenslerin lehine çene yarıştırmak olduğuna ihtimal verilmezse de tarih
    bir süre sonra kendisini bu adamlara bağlamıştır. Leibniz'in hayatındaki
    bu acıklı öykü, kanun adamlarına, ilim adamlarından önce rastlamış
    olmasıdır.
    Leibniz, hukuk derslerinin düzeltilmesi üzerine yazdığı kitabı,
    Leipzig'den Nürnberg'e olan bir seyahatinde kaleme almıştı, Bu da,
    Leibniz'in hangi koşullarda olursa olsun, durmadan okuması, yazması ve
    düşünmesini gösteren örneklerden biridir. O, durmadan okurdu, yazardı ve
    düşünürdü. Matematik çalışmalarının çoğunu kendisini çağıran
    aristokratlara giderken çağın o kötü yollarında kötü arabalar içinde
    sallana sallana giderken yollarda yazmıştır. Bu çalışmalarının tümü
    bugün Hannover kütüphanesinde bağlı olarak durur, Kimse de ona yanaşıp
    el atamaz. Çünkü, bunlar araştırmak için araştırıcı bir ordunun sabırlı
    bir çalışması gereklidir. Bu eserler ve fikirler o kadar çoktur ki,
    yayınlanmış veya yayınlanmamış fikirlerin yalnız bir tek kafadan
    çıktığına bile inanmak zordur. Bu kadar eseri düşünüp yazan kafa
    frenelog ve anatomistlerin dikkatini çekmiştir. Bir söylentiye göre,
    Leibniz'in kafasını mezardan çıkarıp ölçmüşler, incelemişler ve normal
    bir adamın kafasından pek küçük olduğunu görmüşlerdir. Gerçekten de,
    sağlığında da kafasının ölçüleri fazla büyük değildi. Bu kadar küçük
    kafalı olup da sürekli okuyan, düşünen ve yazan bir kimse dünyaya az
    gelmiştir.

    1666 yılında olasılıklar kuramına başladı. Bu sıralarda öğrenciydi.
    Okuduğu her alanda olduğu gibi, bu sahada da eser veriyordu. Matematik,
    Leibniz'in parlak zekasının fışkırdığı bir sahadır. Bundan başka, hukuk,
    din, siyaset, tarih, edebiyat, mantık, ****fizik ve kuramsal felsefe
    konularında sayısız eser bırakmıştır. Bundan dolayı kendisine evrensel
    deha denmektedir. Onun evrensel bir deha oluşu, diferansiyel ve integral
    hesaptaki sürekliliği, olasılıklar kuramında ise süreksizliği analize
    sokmasındadır. Zaten Newton'la ayrıldığı nokta da olasılıklar kuramıdır.
    Verimsiz gibi görünen soyut olasılıklar kuramının öncüsü Leibniz'dir.
    Doğru düşünme dediğimiz mantık anatomisinin ve fikirlerin kanunlarının
    bir olasılık analizi olduğunu görebilmiştir.
    Newton'da, yüzyılının matematik düşünme yöntemi belirli bir şekil ve
    varlık halini almıştır. Cavalieri (1598-1647), Fermat (1601-1665),
    Wallis (1616-1703), Barrow (1630 -1677) ve başkalarının çalışmalarından
    sonra, diferansiyel ve integral hesabın oluşturulmasından kaçınılmazdı.
    Matematik bu olgunluğa gelmişti. Archimedes'ten bu yana da 2000 yıllık
    bir gecikme de olmuştu. İşte Leibniz, Newton gibi sonsuz küçükler
    hesabını billurlaştırdı. Leibniz, zamanının düşünme şeklini ifade eden
    bir araçtan çok daha büyük bir varlıktı. Matematikte Newton bu dereceye
    varamadı. Leibniz, matematik ve mantık alanında çağının iki yüzyıl
    ilerisindeydi. Diferansiyelin geometrik bir yorumunu verdi. Bu,
    matematiğe en büyük hizmetti. Süreklilik ve süreksizlik ya da analitik
    veya olasılıklar gibi matematik düşüncenin iki karşıt alanında fikir
    yürütmüş bir kimseye ne Leibniz'den önce ve ne de Leibniz'den sonra
    matematik tarihinde rastgelinememiştir. Leibniz'in olasılıklar
    kuramındaki çalışmaları onun yaşamı sürecinde değerlendirilememiştir.
    Hatta bir yerde taktir de edilememiştir. Ancak, on dokuzuncu yüzyılda
    Boole'un çalışmalarından sonra değer kazanarak yerini almıştır.Yirminci
    yüzyılda Whitehead ve Russell'ın çalışmaları, Leibniz'in evrensel bir
    gösterim hakkındaki hayalinin kısmen gerçekleştirilmesi olmuştur. İşte,
    ancak o devirde Leibniz'in tam istediği üstünlükte, ilmi ve matematik
    düşünme biçimi için, matematiğin olasılılıklar tarafının yüksek önemi
    gözüktü. Bugün, Leibniz'in olasılıklar yöntemi, gösterim mantığı ve
    gelişmelerinde meydana çıkarıldığı biçimde analiz için, analizin kendisi
    kadar önemlidir. O zaman, Leibniz ve Newton analizi bugünkü
    karışıklığın yoluna koymuşlardı. Çünkü, gösterim yöntemi, matematik
    analizi Zeno'dan beri temellerinden sarsan çelişkilerden ayırabilmek
    için biricik genel hal çaresini verir.
    Leibniz, olasılıklar kuramı için Fermat ve Pascal'ın çalışmalarını da
    okumuştu. Onların bu yöndeki çalışmalarını daha da ileri ***ürmeyi
    düşünüyordu. Fakat, diferansiyel ve integral hesap daha çekiciydi. Bu
    hesabın gelişmesi ve uygulamaları on sekizinci yüzyıldaki
    matematikçileri de inanılmaz bir biçimde kendisine çekmiştir. Sonra,
    1910 yılına kadar bugünkü fikirleri kabul etmeyen bazı kimseler hariç,
    onun olasılıklar analizi kimse tarafından bilinmedi. Leibniz'in
    gösterime bağlı düşünme fikri ancak Whitehead ve Russell'ın Principia
    Mathematica'larıyla gerçekleşti. 1910 yılından sonra, Leibniz'in bu
    programı, modern matematiğin en fazla ilgiyi çeken noktalardan biri
    oldu. Bugün bile bu konuda oldukça ciddi çalışmalar yapılmaktadır. Her
    doğru düşünmeyi bir gösterimle ifade etme fikrini Leibniz tek başına da
    yapmamıştır. Zaten bu proje daha yapılmamıştır. Leibniz tüm bunları
    düşünmüş ve bu alanda cesaret verici bir girişimde bulunmuştur. Fakat,
    değersiz şan ve gereksiz ünden çok, parasal olanaklar elde etmek için,
    küçük prenslerine karşı olan bağlılığı fikrinin evrenselliğine ve son
    yıllarını dolduran tartışmalar, Newton'un Principia'sına benzer bir
    şaheser yaratmasına engel oldu. Leibniz'in başardıklarını kısaca gözden
    geçirirken içinde birinci derecede bir matematikçi yeteneğinden çok daha
    fazla bir varlık sarf edilen bu para düşkünlüğünün derin izlerini
    göreceğiz. Newton hakkı olmayarak halkın kendisine şöhret verilmesini
    isteyen bir tutumu vardı. Gauss ise, fikirce kendisinden aşağıda olan
    insanların dikkatini çekmek için büyük eserinden uzaklaşması tutumunu
    sürdürmüştü. Tüm büyük matematikçiler arasında böyle zayıf tarafları
    görülmeyen tek matematikçi, Archimedes'ti. O, birçok kimsenin erişmek
    istediği aristokrat gibi yüksek bir zümrenin ******ydu ve bu nedenle de
    oldukça alçak gönüllüydü. Leibniz'e gelince, kendini kullanan
    aristokratlardan bol bol para alıyordu. Bu şekildeki para kazanmalar
    Leibniz'in matematiğinin daha çok ilerlemesine bir engeldi. Gauss'un
    söylediği gibi, Leibniz, matematik bilgisinin çoğunu boş yere israf
    etmiştir. Her ne olursa olsun, Leibniz bir değil birçok hayat
    yaşamıştır. Sadece diplomatik alanda yaptığı işler, bir insanın hayatını
    doldurmaya yeter. Şüphesiz, bu çok yönlü yaşamın sonu gelmedi. Eğer
    onun eğildiği her konuda verdiği eserleri toplayacak büyük adamlar
    olsaydı, bugünkü ilim ve özellikle matematik tarihi bambaşka olurdu.
    Bunun yerine, yirmi yaşında Mainz Elektörü için bir hukuk danışmanı ve
    hatırı sayılır bir ticaret memuru oldu.
    1672 yılına kadar, modern matematik hakkında çok az şey biliniyordu.
    Yirmi altı yaşına gelince, Paris'te fizikçi Christian Huygens'e (1629
    -1695) rastladı. Saatler kuramı ve ışığın dalga kuramının kurucusu olan
    Huygens aynı zamanda iyi bir matematikçiydi. Leibniz'e sarkaç üzerinde
    yaptığı çalışmaları gösterdi. Huygens'in kendisine dersler vermesini
    istedi ve onun bu isteği Huygens tarafından kabul edildi. Doğuştan bir
    matematikçi olan Leibniz'in dehası, Huygens'in verdiği dersler altında
    parlamaya başladı. 1673 yılının ocak ayından Mart ayına kadar
    İngiltere'ye yaptığı seyahatler süresince derslere ara verildi. İngiliz
    matematikçilerinin bazılarına yaptığı çalışmaları gösterdi. Böylece
    onlarla tanıştı.
    Leibniz, Londra'da kaldığı süre içinde Royal Society'nin toplantılarına
    katıldı. Orada, kendisinin yaptığı hesap makinesini ve diğer keşiflerini
    sundu. 1673 yılında Royal Society'nin ilk yabancı üyesi oldu. Buna
    karşın, Newton da, 1700 yılında Paris'teki İlimler Akademisinin ilk
    yabancı üyesi seçildi. Londra'ya dönünce, Huygens ona matematik
    çalışmalarına devam etmesini öğütledi; 1675 yılında diferansiyel hesabın
    bazı basit formüllerini çıkarmış, yine kendi sözüne göre, temel teoremi
    keşfetmişti. Fakat bu teorem ancak 11 Temmuz 1677 yılından önce
    yayınlanmadı. Newton da eserini Leibniz'in eseri yayınlandıktan sonra
    yayınladı. Leibniz, 1682 yılında kurduğu ve baş yazarlığını yaptığı Acta
    Eruditorum'da imzasız yazdığı bir yazı ile Newton'un sert bir
    eleştirisini yapınca kıyametler koptu ve aralarındaki tartışma ciddi
    boyutlara ulaştı. 1677 ile 1704 yılları arasında, Leibniz'in yaptığı
    çalışmalar tüm Avrupa'da yayıldı. Özellikle, İsviçre'li Jacques ve Jean
    Bernoulli'nin bu matematiğin yayılmasında çok fazla yararları oldu.
    Halbuki, İngiliz'ler Newton'un çalışmalarını devam ettirmediler. Bu
    nedenle de İngiltere'den uzun yıllar matematikçi çıkmadı.
    Leibniz'in son kırk yılı, aşağı yukarı Brunswick ailesine hizmetle
    geçti. Bu aile için bir arşivci, soylarını çıkaran bir tarihçi olarak
    çalışıyordu. Efendilerinin çıkarları için eski evrakları çıkarıyor ve
    yerine göre de ustaca tarihi gerçekleri saptırmak için silinti ve
    kazıntı bile yapıyordu. 1687 ile 1690 yılları arasında tarihi
    araştırmalar yapmak amacıyla tüm Almanya'yı, Avusturya'yı ve İtalya'yı
    gezdi.
    İtalya'da bulunduğu sırada Roma'yı ziyaret etti. Papa tarafından
    Vatikan'ın kütüphanecilik görevini almaya davet edildi. Koşullardan ilki
    Katolik olması ile ilgili olduğundan, bu görevi Leibniz kabul etmeyerek
    geri çevirdi. Bir ara Katoliklerle Protestanları barıştırmak için 1683
    yılında Hannover'de toplanıldı. Fakat bir barış sağlanamadı. Leibniz'in
    bu ve bundan sonraki barıştırma ve birleştirme çalışmaları da sonuç
    vermedi. 1688 yılında Katoliklerle Protestanlar arasında İngiltere'de
    kanlı çarpışmalar oldu. Her iki tarafın karşılıklı suçlamaları ve
    kötülemeleri altında bu mezhep kavgaları sürüp gitti. Bu kavgalardan
    zarar gören birçok matematikçi de vardır.
    Leibniz'in uğraştığı konuların tam bir listesini vermek olanaksızdır.
    İktisat, filoloji, devletler hukuku, maden ocakları yapımı, teoloji,
    sayısız akademinin kurulması ve geliştirilmesi gibi her şeye el
    atmıştır. Onun en az başarılı olduğu saha mekanik ve fizikti. En önemli
    eserleri içinde birçok akademiyi kurması ve onları çalıştırması
    sayılabilir.
    Altmış sekiz yaşına doğru iyice Çöktü. Eski zekası kalmadı. Sanki bir
    gölge haline gelmişti. Hastaydı. Çok çabuk ihtiyarlıyordu. Tüm hayatınca
    prenslere hizmet etmiş olan Leibniz, bu hizmetlerin karşılığını
    görüyordu. Tartışmalardan bıkmış ve kendisi de çökmüştü. Daha önce
    hizmetini yürüttüğü George Louis, onu kabul etmiyor ve Hannover
    kütüphanesine gidip ünlü Brunswick ailesinin yanına dönmesini
    öğütlüyordu. Üç yüz yıllık bir tarih zamanını inceledikten sonra bu
    tarihi 1005 yılından öteye ***üremedi. Tarihte diplomatça bazı
    değiştirmeler de yapmıştır. Bu da onun saygınlığına biraz gölge
    düşürmüştür. Leibniz'in bu el yazmalarını da tam olarak inceleyecek
    kimse çıkmamıştır.
    Bu kadar çok yönlü olan Leibniz, yetmiş yaşına gelince, 14 Kasım 1716
    günü Hannover'de öldü. Bizde, matematiğe yaptığı sayısız hizmetleriyle
    yaşamaktadır.
    MnyTirith
    MnyTirith
    ● Admin ●
    ● Admin ●


    <b>Doğum tarihi</b> Doğum tarihi : 20/06/90

    Ünlü Matematikçiler - Sayfa 2 Empty Geri: Ünlü Matematikçiler

    Mesaj tarafından MnyTirith Çarş. Nis. 21, 2010 2:05 pm

    Leonhard Euler (1707 - 1783)
    18.
    yüzyıl İsviçre'si, matematikçiler ailesinin en meşhur matematikçisidir.
    Çağdaşları tarafından "Canlı Analiz" adı ile belirtilir. Aynı zamanda;
    matematik tarihinde, en çok eser ortaya koyan matematikçi olarak
    görülür. Kaynaklar, matematikle ilgili ortaya koyduğu eser sayısını
    seksen olarak belirtir.
    İsviçre'nin Bale şehrinde, 15 Nisan 1707 tarihinde doğmuştur. Ertesi
    yıl, babası Paul Euler ve Annesi Merguerite Brucker ile birlikte,
    babasının kalvinist papazı olduğu Bale şehrinin yakınındaki Richen
    köyüne yerleşti.
    Genç yaşta Bale Üniversitesi'ne girerek teoloji ve İbranice öğrenimi de
    gördü.
    Büyük Petro'nun Rusya'ya getirdiği ressam Gsell'in kızı ile evlendi.
    Çocuklarını çok severdi. Sekizi küçük yaşlarında ölen on üç ****** oldu.
    1735 yılında aşırı çalışma sonucu beynine kan hücüm ederek, sağ gözünü
    kaybetti. Gittikçe artan bir körlük sonucu, geri kalan ömrünü üzüntü
    içerisinde geçirdi.
    1736 yılında, karısının ölümü, O'na büyük üzüntü kaynağı oldu. Ertesi
    yıl, ilk karısının üvey kardeşi Salomone A. Gsell ile evlendi. Başka bir
    büyük felaket de, sol gözünü iyi etmek ümidi ile yapılan ameliyatın
    muvaffakiyetsizlikle neticelenmesi oldu. Başlangıçta ameliyat başarılı
    geçti. Sonraları, yaranın iltihaplanması sonucu, şiddetli acılar çekti.
    7 Eylül 1983 tarihinde, 77 yaşında iken, beyin kanaması sonucu hayata
    gözlerini kapadı
    .
    MnyTirith
    MnyTirith
    ● Admin ●
    ● Admin ●


    <b>Doğum tarihi</b> Doğum tarihi : 20/06/90

    Ünlü Matematikçiler - Sayfa 2 Empty Geri: Ünlü Matematikçiler

    Mesaj tarafından MnyTirith Çarş. Nis. 21, 2010 2:08 pm

    Maclaurin (1698 - 1746)

    İskoçya'lı bir matematikçi
    olan Colin Maclaurin, 1698 yılında Kilmodan'da doğdu. 1717 yılında
    Aberdeen'deki Marischal Kolejinde matematik dersleri verdi. Maclaurin,
    Newton'un en başarılı öğrencilerinden biriydi. Geometri, cebir ve sonsuz
    küçükler hesabıyla ilgili eserler verdi. 1719 yılında "Organik
    Geometri" adlı eseri yayınlandı. Bu eserde, konikler, üçüncü ve dördüncü
    dereceden eğriler incelendi. Eğriler ve maksimumları üzerine buluşlar
    yaptı. 1742 yılında yayınladığı kitapta, kendi adıyla anılan, formülü ve
    bazı fizik buluşları vardır. Maclaurin'i yaşatan ve çok kullanılan
    Maclaurin açılımı veya serisidir. 1746 yılında Edinburgh'ta öldü.

    Minkowski (1864 - 1909)

    Litvanya'lı bir
    matematikçi olan Hermann Minkowski, 1864 yılında Aleksotas'te doğdu.
    1896 ile 1902 yılları arasında Zürih Federal Politeknik Okulunda ve
    ölünceye kadar da ***tingen Üniversitesinde profesörlük yaptı. 1882
    yılında, tam katsayılı ikinci dereceden şekiller kuramının temelleri
    üstüne inceleme yazısıyla Fen Akademisinin büyük matematik ödülünü aldı.
    Euclides olmayan geometriyle karıştırılmaması gereken bir sayılar
    geometrisi kurarak sayılar kuramına bazı geometrik kavramlar getirdi.
    Sonunda özel bir metrikle donatılmış dört boyutlu özel bir uzaya
    başvurarak, Einstein'in kısıtlı bağlılık kuramının, bugün klasik sayılan
    geometrik bir yorumunu verdi. Buna Minkowski uzay zamanı denir. Sayılar
    geometrisi, 1896 yılında basıldı. 1907 yılında "Diophantus
    Yaklaşımları" adlı eseri yayınladı. "Çalışmalar" adlı yapıtı da 1911
    yılında çıktı. Analizin birçok dalında Minkowski eşitsizliği kullanılır.
    Kendisi, 1909 yılında ***tingen'de öldü.

    Pierre De Fermat (1601-1665)

    Fermat 17 Ağustos 1601 yılında
    Fransa 'nın Beaumont-de-Lomagne kentinde doğmuştur. Babası zengin bir
    deri tüccarı ve Beaumont-de-Lomagne 'de ikinci konsolostu. Fermat 'ın
    bir erkek kardeşi ve iki kız kardeşi vardı ve doğmuş olduğu bu kentte
    büyümüştü. Buna karşın yerel Fransiscan Manastırına gittiğine dair çok
    az kanıt vardır.
    1920 'lerin ikinci yarısında, Bordeaux 'ya gitmeden önce Toulouse
    Üniversitesinde eğitim görmüştür. Bordeaux 'da ilk ciddi matematiksel
    araştırmalarına başlamış ve 1629 'da orada bulunan bir matematikçiye
    Apollonius 'un Plane loci adlı eserinin, kendisinin düzenlemiş
    olduğu bir kopyasını sunmuştur. Bordeaux 'da Beaugrand ile tanışmış ve
    bu sırada matematiğe olan ilgisini Fermat ile paylaşan Etienne
    d'Espagnet 'e sunmuş olduğu "maximum ve minimum" üzerindeki önemli
    çalışmalarını üretmiştir.
    Bordeaux 'dan, üniversitede hukuk eğitimi aldığı Orléans 'a gitmiştir.
    Medeni hukuk alanında derece almış ve Toulouse parlâmentosunda meclis
    üyesi olma hakkını kazanmıştır. Böylece Fermat 1631 yılından itibaren
    artık bir hukukçu ve Toulouse 'da bir devlet memuru olmuştur ve sahip
    olduğu bu işinden dolayı, ona Pierre Fermat olan adını Pierre de Fermat
    olarak değiştirme yetkisi verilmiştir..
    Fermat hayatının geri kalan kısmını Toulouse 'da geçirdi, ancak orada
    çalıştığı kadar doğduğu yer olan Beaumont-de-Lomagne 'da ve Castres
    yakınlarında bir kasabada da çalıştı. 14 Mayıs 1631 'deki atamasından
    itibaren parlâmentonun düşük meclisinde çalışmış ancak 16 Ocak 1638 'de
    daha yüksek bir meclise atanmış ve 1652 'de ceza mahkemesinin en yüksek
    makamına terfi ettirilmiştir. Meslek yaşamında elde edebileceği daha
    yüksek terfiler de vardı ancak terfiler çoğunlukla yaşça daha kıdemliler
    tarafından veriliyordu ve 1650 'lerin başlarında veba bu bölgeyi fena
    vurmuş ve bu kıdemlilerin çoğu ölmüştü. Fermat 'ın kendisi de vebaya
    yakalandı ve 1653 'de öldü.
    Tabi ki Fermat Matematikle de meşgul olmuştu. Toulouse 'ya gittikten
    sonra da Beaugrand ile matematik arkadaşlığını sürdürmüştür ancak burada
    yeni bir matematik arkadaşı daha kazanmıştır, o da Carcavi 'dir.
    Carcavi de Fermat gibi bir meclis üyesidir, ancak onları yakınlaştıran
    ve aralarında paylaştıkları şey matematik olmuştur. Fermat Cercavi 'ye
    matematik üzerine olan buluşlarını anlatmıştır.
    1636 'da Cercavi işi dolayısıyla Paris 'e gitti ve Mersenne ve grubuyla
    temasa geçti. Carcavi 'nin, Fermat 'ın düşen nesneler ile ilgili olarak
    buldukları ile ilgili açıklamaları Mersenne 'in büyük ilgisini çekti ve
    Fermat 'a bir mektup yazdı. Fermat 26 Nisan 1636 'da bu mektubu
    cevapladı ve Mersenne 'e bazı hataları belirtmenin yanı sıra spiraller
    üzerindeki çalışmalarını ve Apollonius 'un Plane loci adlı
    eserindeki düzenlemeleriyle ilgili açıklamaları da yazdı. Fermat 'ın
    spiraller üzerindeki çalışmaları, serbest düşmede nesnenin izlediği
    yolun hesaba katılmasıyla motive edilmiş oldu ve Archimedes 'in
    spirallerin altında kalan alanı hesaplamaya yönelik çalışmalarının
    genelleştirilmiş hallerinin metodlarını kullandı.
    Bu ilk mektupta aynı zamanda Fermat 'ın Mersenne 'den, Paris
    matematikçilerine vermesini istediği iki tane maximum problemi de vardı.
    Bu Fermat 'ın mektuplarının tipik bir özelliğiydi, kendisinin daha
    önceden bulmuş olduğu bir sonucu, başkalarının da bulmasını sağlamak
    için onlara meydan okuyacaktı....
    Roberval ve Mersenne Fermat 'ın bu ilk mektubunu ve diğerlerini
    gerçekten oldukça zorlayıcı buldular ve genellikle bilinen tekniklerle
    çözülemeyeceğini gördüler. Bunun üzerine Fermat 'tan kullandığı
    metotlarını açıklamasını istediler ve Fermat Paris 'teki matematikçilere
    "bir eğrinin , maximum, minimum ve teğetlerini belirleme metotları"
    'nı, kendisinin yeniden düzenlemiş olduğu Apollonius 'un Plane loci adlı
    eserini ve yine kendisinin geometriye cebirsel yaklaşım -Introduction
    to Plane and Solid Loci
    yazılarını gönderdi.
    Fermat, önemli matematikçiler arasında olma ününü çabuk yakalamıştı,
    ancak çalışmalarını yayınlama girişimi çoğu zaman başarısızlıkla
    sonuçlandı, çünkü Fermat hiç bir zaman çalışmalarının kusursuz bir forma
    sokulup tamamen bitirilmiş bir hale gelmesini istememişti. Yine de bazı
    metotları yayınlanmıştı, örneğin; Hérigone, en önemli çalışmalarından
    biri olan Cursus mathematicus adlı eserine Fermat 'ın maximum ve
    minimum metotlarını eklemişti. Fermat ve diğer matematikçiler arasında
    giderek gelişen bu mektuplaşmalar malesef evrensel bir övgü
    bulamamıştır. Frenicle de Bessy, çözülmesini imkansız bulduğu Fermat 'ın
    problemlerine karşı büyük bir kızgınlık duymuş ve bunun üzerine Fermat
    'a sert bir mektup yazmıştır. Fermat 'ın bu mektuba detaylı bir açıklama
    vermesine karşılık yine de Frenicle de Bessy, Fermat 'ın kendisini
    aldattığını düşünmüştür.
    1643 - 1654 yılları arasındaki dönem Fermat 'ın Paris 'teki
    meslektaşlarıyla ilişkilerinin zayıfladığı dönemlerdendi. Tabi bunun
    bazı sebepleri vardı. Birincisi, Fermat 'ın işlerinin yoğunluğunun onun
    matematiğe fazla zaman ayırmasını engellemesiydi. İkincisi ise 1648
    yılından itibaren Toulouse 'u ciddi bir biçimde etkileyen Fransa 'daki
    sivil savaştı ve sonuncusu ise Toulouse 'daki hayatta ve tabii ki Fermat
    'ın hayatında ölümcül izler bırakan 1651 vebası. Buna rağmen yine de
    Fermat bu dönemde sayılar teorisi üzerinde çalışmıştı.
    Fermat çoğunlukla sayılar teorisi üzerindeki çalışmalarıyla,
    özellikle Fermat 'ın son teoremi (Fermat 's Last Theorem ) ile
    bilinir. Bu teorem şu şekildedir;[/size]

    n>2 için xn + yn = zn eşitliğini
    sağlayan sıfırdan farklı x, y ve z tamsayıları yoktur.

    Fermat, Diophantus 'un Arithmetica
    adlı eserinin Bachet tarafından yapılan çevirisinin kenarına
    şunları yazdı; " Gerçekten de kaydadeğer bir ispat buldum ancak bunu
    kitabın kenarına sığdırmam mümkün değil". Bu köşe notu ancak Fermat 'ın
    oğlu Samuel 'in 1670 yılında Diophantus 'un Arithmetica'sının
    Bachet çevirisinin babasının notlarını da içeren yeni bir baskısını
    yayınlamasından sonra bilinmeye başlandı.
    Bugün kesin olmamakla birlikte Fermat 'ın bu ispatının yanlış olduğuna
    inanılmaktadır. Fermat 'ın bu iddiası 1993 Haziranında İngiliz
    matematikçi Andrew Wiles tarafından ispatlandı, ancak Wiles bir süre
    sonra bazı problemler ortaya çıkınca, ispatını bulduğuna dair iddiasını
    geri aldı. 1994 Kasımında ise tekrar ,şu an bilinen, ispatı bulduğunu
    açıkladı.
    Fermat 'ın Paris 'li matematikçilerle mektuplaşması 1654 yılında Etienne
    Pascal 'ın oğlu Blaise Pascal 'ın, Fermat 'tan "olasılık" hakkındaki
    fikirlerini açıklamasını rica eden bir mektup yazmasıyla tekrar
    başladı. Aralarındaki kısa mektuplaşma "olasılık teorisi" ni
    ortaya çıkardı ve bu sebeple bugün bu teoriye, bu iki matematikçinin
    ortaklaşa teorisi olarak bakılmaktadır. Durum her ne kadar böyle olsa da
    Fermat, konuyu "olasılık" tan "sayılar teorisi" ne
    çevirmeye çalıştı. Pascal bununla hiç ilgilenmedi ancak Fermat bunu
    farketmeden Carcavi 'ye şunları yazdı;

    [size=9]Dahiliklerine gerçekten büyük
    saygı duyduğum Bay Pascal 'a fikirlerimi açıkladığım için çok büyük
    mutluluk duyuyorum. İkiniz de bu baskının sorumluluğunu
    üstlenebilirsiniz, kısa açıklamalar ve eklemler yapabilirsiniz. İşlerim
    çok yoğun olduğundan dolayı üzerimden büyük bir yük almış olursunuz.
    ancak Pascal Fermat 'ın bu çalışmalarını yine de yayınlamıyacaktı.
    Bunun üzerine Fermat çalışmalarının yayınlanması ile ilgili bu ani
    fikrinden yine vazgeçti. Fermat zor problemleriyle her zamankinden daha
    da ileri giderek;
    Fransız, İngiliz, Hollanda 'lı ve hiçbir Avrupalı matematikçi
    tarafından çözülemeyen iki problem Bay Fermat tarafından ortaya
    atılmıştır..
    Şeklinde bir açıklama yaptı. Fermat 'ın problemleri bir çok
    matematikçinin Sayılar Teorisi ni önemli bir konu olarak
    düşünmesinden dolayı fazla ilgi görmedi. Ancak Bu problemlerden ikincisi
    (N bir kare değil iken Nx2 + 1 = y2 ifadesinin tüm çözümlerini bulunuz,
    şeklinde olan problem) Wallis ve Brouncker tarafından çözüldü ve bu
    çözüm sırasında continued fraction konusu daha da geliştirilmiş
    oldu. Frenicle de Bessy belki de Sayılar Teorisi 'ne ilgi
    gösteren tek matematikçiydi, ancak ne var ki o da Fermat 'a bu konuda
    destek olacak kadar bir matematik yeteneğine sahip değildi.
    Fermat, "iki küp 'ün toplamı bir küp olamaz" adında başka
    problemler de ortaya atmıştı. ( Bu, Fermat 'ın Son Teoremi olarak
    bilinen teoremin özel bir halidir. Bu da Fermat 'ın genel kural için
    bulmuş olduğu ispatın yanlış olduğunun farkına vardığını gösteriyor.) Bu
    problemler şu şekildeydi: x2 + 4 = y3 ifadesinin iki, x2 + 2 = y3
    ifadesinin ise tek tamsayı çözümü vardır.
    1656 yılında Fermat Huygens ile mektuplaşmaya başladı. Bu mektuplaşmalar
    zamanla Fermat 'ın sayesinde Sayılar Teorisi 'ne doğru
    yönlenmeye başladı. Bu Huygens 'in ilgisini çekmiyordu ancak Fermat bu
    konuda ısrarlıydı ve 1659 yılında Carcavi vasıtasıyla Huygens 'e "New
    Account of Discoveries in the Science of Numbers"
    adlı eseri
    yolladı ve daha önce yapmadığı kadar çok metodunu ortaya koydu.
    Fermat, sonsuz iniş 'in metotlarını açıkladı ve bunu 4k+1 formundaki
    asal sayıların iki kare toplamı olarak yazılabileceğini kanıtlamada
    kullandı. Farz edelim ki 4k+1 formundaki bir asal sayı iki kare toplamı
    olarak yazılamasın, öyleyse 4k+1 formunda iki kare toplamı olarak
    yazılamayan daha küçük bir sayı vardır. Fermat 'ın bu mektupta
    açıklayamadığı ise küçük sayının daha büyük olan sayıdan nasıl
    üretileceğidir. Bir varsayım Fermat 'ın bu adımı nasıl
    gerçekleştireceğini bilmediğini söylemektedir, ancak şu bir gerçektir ki
    Fermat 'ın metodunu açıklamada düşmüş olduğu bu çıkmaz,
    matematikçilerin ilgisini konu üzerinde yitirmesine neden olmuştur. Ve
    bu Euler 'in bu konudaki problemleri tekrar ele alıp bu boşlukları
    doldurmasına dek sürmüştür.


    Thales (M.Ö.624 - M.Ö.547)

    Antik dönemin ünlü
    filozofudur. ataları Fenikelilerdir.. Son
    kaynaklar, M.Ö. 625 yılında Milletos'ta doğup, 545'te öldüğünü
    kabul eder.
    Yaşadığı yıllarda; geniş bir araştırma, inceleme, düşünme ve mühendislik
    yeteneği ile ilginç bir ticari zekası sonucu üne kavuşmuştur. Miletos
    Okulu' nun korucusudur.
    THALES zamanımıza kadar intikal eden yazılı bir eser bırakmamıştır.
    Düşünceleri öğrencileri yoluyla zamanımıza kadar intikal etmiştir.
    THALES, ARİSTO' nun (M.Ö. 384,322) eserlerine atfen, fizik ve doğal
    felsefenin, EUDEME' nin (Aristo'nun öğrencisi), eserlerine atfen de
    astronomi ve matematiğin kurucusu kabul
    edilir. Bu tür görüşler, konu ile ilgili yayınlarda her geçen yıl hızla
    yaygınlaşmıştır. Netice itibariyle de THALES' e mümtaziyet ve ebedilik
    vasıfları verilmiştir.
    THALES' in astronomide kurucu addedilmesine ve üne kavuşmasına sebep
    olan olaylardan birisi şudur.
    Atina'da M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde görülebilecek Güneş tutulma
    olayını, tutulmanın vukuundan önce haber vermiş olmasıdır. Thales' e
    büyük ün kazandıran bu olay
    Babilleler tarafından bilinmekte idi.
    Burada önemli olan, tutulma olayının kendisi değil, haber verenin bu
    bilgiyi aldığı kaynaktır. Gerçekte: THALES' in bu bilgiyi eski Mısır ve
    Mezopotamya' dan elde ettiğinde bütün
    kaynaklar birleşmektedir.
    Matematikte kurucu addedilmesine sebep olan bilgileri de şunlardı.
    Bir dairenin içine üçgen çizme probleminin çözümü. cisimlerin
    (piramitlerin) gölgesi yardımıyla yüksekliğinin hesabını. üçgenlerin
    kenarları ile ilgili bağıntılar ters açıların eşitliği konusu, küresel
    üçgenlerin bazı özellikleri eşkenar üçgenlerin taban açılarının eşitliği
    teoremi...
    Fizikte kurucu addedilmesine sebep olan bilgileri de şunlardır.
    Bazı cisimlerin demir üzerindeki çekim etkisi, Nil Nehri'nin taşmasının
    nedenlerinin açıklanması.
    THALES'e atfedilen ve bilimlerde kurucu unvanını almasına sebep olan bu
    bilgiler, THALES'ten 2000 yıl kadar önceleri Eski Mısırlılar ve
    Mezopotamyalılar tarafından bilinmekte idi. THALES, eski Mısır ve
    Babil'e yaptığı birçok seyahatleri sırasında, buralarda eski dönemlerin
    bilim ve tekniklerini dönemin bilginlerinden (kahin, katip, rahip)
    öğrenmiştir. Bu ilk medeniyetlerin, eski imparatorluk dönemlerinden
    öğrenmiş ve bu suretle Grek felsefesinin, geometri ve astronomisinin
    gelişmesine ilk çıkış noktası olarak temel kavramlar edinmiştir.
    Ülkemizde, diğer antik dönem bilginlerine olduğu gibi THALES' e
    mümtaziyet ve ebedilik verilmesine sebep, Batı' lı kaynakların
    yayınlarıdır. Değişik bir ifade ile bilgilerimizin noksan olduğu
    dönemlerin damgasını taşır.
    Bize göre: THALES'in bilim tarihindeki yeri ile ilgili gerçekleri şu
    şekilde özetlemek mümkündür.
    THALES, ilk medeniyetlerin beşiği olan eski Mısır bölgesini uzun yıllar
    dolaşmıştır. Kaynaklardan bazıları. THALES'in Babil bölgesine kadar
    gittiğini yazar. THALES eski Mısır ve Mezopotamya' ya yaptığı bu geziler
    sırasında matematik, astronomi ve fiziğin temel bilgilerini öğrenerek
    Atina' ya döndü. Burada, elde ettiği bilgileri önce sistematize,
    bilahare de kanuniyet (teori) halinde ifade etmiştir.
    Bugün için "saçma" olan şu görüşler de THALES'e aittir: "Yeryüzü, suyun
    üstündedir ve suyun üstünde tahta parçası gİbi durur, dalgalanır.",
    "Kehribar da cisimleri çektiği için ruha sahiptir."
    THALES' in doğa felsefesi ile ilgili görüşlerini, ayrı bir İhtisas dalı
    olması sonucu burada konu etmiyoruz Ancak şunu belirtelim. THALES,
    alemin yaratılışı ile ilgili bilgileri ortaya koyan Antik dönemin ilk
    bilginlerindendir.

    Miletos Okulu'nun
    Kurucu ve Öğretim Üyeleri

    Miletos Okulu'nun Kurucu ve Öğretim Üyelerinin önemli özeIIiği, İyonya'
    nın önde gelen bilim, kültür ve sanat merkezi olmasıdır. Aynı zamanda
    "Miletos Okulu" adlı bir bilim kuruluşuna sahip olmasıdır.
    Miletos Okulu' nun kurucusu THALES' tİr. Bu okulda THALES'in öğrencileri
    olarak, ANAXIMANDROS (M.ö. 610-543) ve ANAXİMENES (M.Ö. 546 hayatta)
    yetişmiştir. Kaynaklar, FİSAGOR 'un da (M.Ö. Sisam 570 -****pante 500?)
    bu okulda yetiştiği ve Thales'in öğrencisi olduğunu belirtir.
    Miletos okulu kurucu ve öğrencilerinin en önemli özelliği, keskin bir
    araştırma, gözlem ve derleme gücüne sahip olmalarıdır. Duyup gördükleri
    olayların açıklanmasını ve yorumlanmasını en iyi şekilde ifade
    etmişlerdir.

    MnyTirith
    MnyTirith
    ● Admin ●
    ● Admin ●


    <b>Doğum tarihi</b> Doğum tarihi : 20/06/90

    Ünlü Matematikçiler - Sayfa 2 Empty Geri: Ünlü Matematikçiler

    Mesaj tarafından MnyTirith Çarş. Nis. 21, 2010 2:11 pm

    Weierstrass (1815 - 1897)

    Wilhelm
    Weierstrass (1790-1869) ile karısı Teodora Forst'un büyük oğlu olan Karl
    Wilhelm Teodora Weierstrass, Almanya'nın Münster kasabasında,
    Ostenfeld'te 31 Ekim 1815 günü doğdu. Babası o zaman Fransa hizmetinde
    bir gümrük memuruydu. 1815, Napolyon'un Waterloo'da İngiliz ve
    Prusya'lılara yenilmesi yılıydı. Bu yıl aynı zamanda Bismarck'ın da
    doğduğu yıldır. O çağın ünlü adamları yanında oldukça silik kalan
    Weierstrass, bugün hayatta göremediği şan ve şöhretin en yüksek
    noktasındadır. Oysa, o ünlü adamların şimdi adı bile anılmamaktadır.
    Weierstrass'ın ailesi, dinine fazla düşkün demokratik bir Katolik'ti.
    Babası, evlendiği yıl Protestanlık'tan dönmesi olasılığı vardır. Karl
    Wilhelm Weierstrass'ın 1904 yılında ölen Peter adlı bir erkek kardeşi
    ile Clara (1823-1896) ve Elise (1926-1898) adında iki kız kardeşi vardı.
    Her iki kız kardeşi de, yaşadıkları süre içinde kardeşleri
    Weierstrass'ın iyiliği için çalışmışlardır. Anneleri, Elise'nin
    doğumundan biraz sonra, 1826 yılında öldü. Babaları ertesi yıl yeniden
    evlendi. Bu nedenle, Karl'ın annesi hakkında pek az şey biliyoruz.
    Yalnız, kocasına nefretle baktığı ve evliliğinin hayal kırıklığı ile
    geçtiği tahmin ediliyor. Karl'ın üvey annesi tam bir Alman ev kadınıydı.
    Çocukların zihni gelişmesinde etkisi olmamıştır. Diğer yandan baba
    pozitif bir idealist ve zamanında öğretimde bulunmuş kültürlü bir
    adamdı. Hayatının son on yılını Berlin'de ünlü olan oğlunun evinde, iki
    kızı ile birlikte rahatlık içinde geçirdi. Çocuklarından hiç biri
    evlenmedi. Bir ara evliliğe heveslenmiş olan zavallı Peter'i babası ile
    kız kardeşleri bu düşüncesinden hemen vazgeçirdiler. Böylece, bu
    evlilikte olmadı.
    Babanın sertliği, uzağı gören otoritesi, Prusya'lı inadı, aile içinde
    bazı geçimsizliklere neden oluyordu. Sürekli uyarılarla Peter'in
    hayatını hemen hemen söndürdü ve onu yok etti. Karl'ı da, parlak
    yeteneklerinin farkına varmadan ona uygun olmayan bir mesleğe zorla
    sürüklemekten geri kalmadı. Baba Weierstrass, ufak oğluna kırk yaşına
    kadar öğüt vermek ve işlerine karışmak cüretini göstermiştir. Ancak,
    büyük oğlu başka bir yapıdaydı. Böyle bir baba ile çarpıştığını belki o
    da fark etmediği halde, babasının kendisi için seçtiği yolu
    baltalamaktan geri kalmadı. İşin garibi, ne babanın ve ne de oğlunun
    olup bitenlerden haberdar olmamalarıydı. Weierstrass bunları ancak
    altmış yaşında anlamıştı. Fakat bu kadar dolambaçlı yıllardan ancak Karl
    gibi, vücut ve fikir yapısı sağlam bir adam başarı kazanabilirdi.
    Karl'ın doğumundan az sonra, aile babanın gümrük memuru olduğu
    Westphalia'nın Westernkotten tarafına yerleşti. Weierstrass, çocukluk
    yıllarının en mesut günlerini burada geçirdi. Bu yörede uzun bir süre
    kaldı ve burada ünlü oldu. Boşta durmadı.
    Weierstrass, ilk çalışmasını, Westernkotten'de 1841 yılında yayınlandı. O
    zaman yirmi altı yaşındaydı. Köyde okul olmadığı için, on dört
    yaşındayken komşu şehir olan Münster'e gönderildi. Oradan da Pederborn
    Katolik lisesine girdi. Descartes'ı örnek alarak, okulunu tamamıyla
    benimsedi. Bilgili ve uysal öğretmenlerini kendine dost edindi. Her
    derste parlak bir öğrenci oldu. Sınıflarını kolaylıkla geçti. 1834
    yılında on dokuz yaşında okulunu bitirdi. Bir yıl içinde yedi ödül
    aldığı oluyordu. Almanca'da, Latince'de ve matematikte genellikle
    birinciydi. Hayatının birçok yılını küçük çocuklara yazı yazmasını
    öğretmekle geçirdiği halde, hiç bir zaman yazı ödülünü alamadığını
    talihin alaylı bir cilvesi olarak yorumlardı.
    Matematikçiler genellikle müzikten hoşlandıkları halde, Weierstrass
    müzikten nefret ederdi. Müzikten kesinlikle anlamıyordu. Fakat, buna
    aldırdığı da yoktu. ünlü olduğu zaman, kız kardeşleri onu topluma
    uydurmak için müzik dersleri aldırmayı denediler. Weierstrass istemeye
    istemeye aldığı iki üç dersten sonra bu yersiz fikirden hemen vazgeçti.
    Konserlerde canı sıkılıyor ve zorla ***ürüldüğü tiyatrolarda uyuyordu.
    Karl, babası gibi yalnız idealist değildi. Son derece de pratik biriydi.
    Pratik faydası olmayan birçok derste yalnız ödül kazanmakla yetinmiyor,
    on beş yaşında, çeşitli yiyecek satan ve ticareti parlak olan bir
    kadının hesap işlerine bakarak, kendine paralı bir işte bulabiliyordu.
    Karl'ın bu başarıları onun geleceği hakkında bir felaket oldu. Çünkü, bu
    kadar çalışkan ve ödüller alan oğlunun, Prusya'nın sivil idaresinde
    niçin seçkin bir yeri olmasın ki? Öyleyse, Karl, Bonn Üniversitesine bu
    amaçla gönderildi. Burada, ticaret hilelerini ve hukuk ilmini
    öğrenecekti. Fakat Karl, bunların her ikisini de beğenmeyecek kadar aklı
    başındaydı. Beden kuvvetinin tümünü düelloya verdi. Kana kana Alman
    birasını içti. Keskin bakışlı, uzun boylu, usta isabetli ve çevik
    hareketli yenilmez bir eskrimciydi. Aynı zamanda usta bir düellocuydu.
    Bu düellolarda isabet almamış olduğu tarihe geçmiştir. Yanaklarında hiç
    bir yara izi yoktu. Çok içmesine karşın, masanın altına yuvarlanıp
    sızdığını kimse görmemiştir. Bonn üniversitesinde, dört yıl kaldıktan
    sonra, diploma yerine iyi içki içen ve eskrim yapan bir Weierstrass
    olarak döndü. Boşa harcanan bu dört yıllık zaman belki de iyi olmuştur.
    Çünkü, hayal kırıklığına uğramış ailesine olan sevgisine bir zarar
    gelmeden, kendisini babasının sabit fikrinden kurtardı. Tüm ümitlerini
    yitirmiş bir baba ve üzerine titreyen kız kardeşleri boş yere geçen bu
    dört yıla üzülüyorlardı. Onu bu hale içkinin getirdiğini düşünüyorlar,
    onun artık bitmiş ve ölmüş olduğuna karar veriyorlardı. Bonn'da çok
    yüzeysel bir hukuk görmüştü. Bu kadarı da kendisine yetiyordu. Hukuk
    doktorası yapan bir adayın tezini oldukça ustalıkla eleştirerek, dekanı
    ve arkadaşlarını hayrette bırakmıştı. Matematiğe gelince, bu ilim
    Bonn'da yoktu. Bu sahadaki tek yetkili Julius Plücker'di. Weierstrass'a
    yardımı dokunacak tek kimse buydu. Fakat, bir tek öğrenciye de ders
    verecek zamanı yoktu. Weierstrass'ta ondan yararlanamadı.
    Fakat, Abel ve birinci sınıf birçok matematikçi gibi, Weierstrass da
    düello ve içki alemleri arasında doğrudan doğruya matematikte ünlü
    olanların eserlerini okumuştu. Laplace'ın Gök Mekaniğini sindirmişti.
    Diferansiyel denklem sistemlerini okumuştu. Şüphesiz, babası, ağabeyi ve
    üzüntü içindeki kız kardeşleri bunu bilmezlerdi. Karl, yöredeki Münster
    Akademisine, meslek öğretmenliği sınavlarına kendi kendine hazırlandı.
    Kendini matematiğe verdi. 22 Mayısta Münster Akademisine girdi.
    Christophe Gudermann (1798-1852) öğretmen olarak bu Akademide
    bulunuyordu. 1839 yıllarında, Gudermann eliptik fonksiyonlar
    meraklısıydı. Jacobi, 1819 yılında "Fundamenta Nova" sını yayınlamıştı.
    Gudermann'ın derin araştırmalar yaptığını pek az kimse bilir. Bu
    araştırmalar Crelle'nin desteği ile dergisinde yayınlanmıştır. O zamana
    göre yeni olan bu çalışmalar, daha sonra değerini yitirmiştir. Bu da bir
    yerde doğaldır. Gudermann'ın kuvvet serileri üzerinde çok derin
    çalışmaları vardır. Hatta, kuvvet serileri üzerinde çok durduğu için, bu
    davranış Weierstrass'a da geçmiştir. Gudermann yıllarını kuvvet
    serilerine verdi. Fakat, istediği sonucu alamadı. Bu sonuçlar da ancak
    Weierstrass gibi büyük matematikçiye nasip oldu. Gudermann, eliptik
    fonksiyonlar dersine başladığında on üç öğrencisi vardı. İkinci derste
    sadece bir tek öğrenci dinleyici olarak kalmıştı. O da Karl
    Weierstrass'tı. Hoca buna çok memnun oldu. Bu ikisi arasına bundan sonra
    üçüncü bir şahıs girmedi.
    Weierstrass, Gudermann'ın kendisi için katlandığı bu zahmete çok
    teşekkür etmiştir. Meşhur olduğunda, kendi derslerinde kalabalık bir
    dinleyici görünce hemen Gudermann'dan söz ederdi. Weierstrass, 1841
    yılında yirmi altı yaşında okulu bitirdi. Yazılı ve sözlü sınavlardan
    sonra öğretmen oldu. Tez olarak sorulan soruları çok değerli
    görüldüğünden, kendisine özel bir belge de verildi.
    Gudermann'ın bu tez üzerinde çok dikkate değer açıklamaları vardır.
    Weierstrass'ın birinci sınıf matematikçiler arasında yeri olacaktır
    şeklindeki övücü sözleri sözde kalmış ve Weierstrass'la kimse
    ilgilenmemiştir. Adayın orta öğretimde kalmaması ve akademide ders
    vermesini istediği halde, bu olay gerçekleşememiştir.
    Weierstrass, yirmi altı yaşında orta öğretimde öğretmenliğe başlamıştır.
    Hayatının en verimli otuz ile kırk yaş araları da dahil, tam on beş
    yılını orta öğretimde geçirmiştir. Görevi ağırdı. Onun yapmış
    olduklarını yapabilmek için çelikten bir kalp ve sağlam bir vücut
    gerekliydi. Tüm geceler onundu. Çifte hayat yaşıyordu. Neşeli bir
    arkadaş ve hoş sohbet bir meyhane yoldaşı buldukları zamanları,
    ihtiyarlığında anlatmayı çok severdi. Bu sırada tatsız bir arkadaşı daha
    vardı yanında. O da, Abel'in eserleriydi. Bu çalışmaları elinden hiç
    düşürmediğini söylerdi. Dünyanın ilk analizcisi ve Avrupa'nın en yüksek
    matematikçisi olduğu zaman, gençlere "Abel'i okuyunuz" derdi. İlmi
    olarak kimseyle mektuplaşamıyordu. Belki böyle olması daha iyi olmuştur.
    O da çağın moda fikirlerine dalabilirdi. Böylece, matematikte fikir
    hürriyetine sahip oldu. Buluşlarını kendi varlığından çıkarıyordu. Bu
    nedenle, başkalarının eserlerine başvurmuyordu.
    Weierstrass, Münster Gymnasium'unda stajını bitirdikten sonra, analitik
    fonksiyonlar üzerine bir çalışma yaptı. Cauchy İntegral Teoremine ayrı
    bir yoldan yaklaştı. Cauchy'nin çalışmasını 1842 yılında haber aldı.
    Aynı yolda bir çalışmayı Gauss 1811 yılında bitirmiş ve gizli tutmuştu.
    Weierstrass, 1842 yılında yine bir lisede matematik ve fizik yardımcı
    öğretmenliği yaparken bulmuştu. Bir süre sonra öğretmen oldu. Matematik
    ve fizik dışında, küçük çocuklara, Almanca, coğrafya ve yazı
    öğretiyordu. 1845 yılında bu derslere bir de beden eğitimi dersleri
    eklendi. Weierstrass zaten iyi de bir sporcuydu.
    Weierstrass, 1848 yılında otuz üç yaşında, Braunsberg Gymnasium'una
    öğretmen olarak atandı. Aslında bu da fazla bir ilerleme değildi. Fakat,
    iyi bir okul müdürü vardı. Seçilmiş ilim kitaplarından oluşan küçük bir
    kütüphanesi vardı.
    Weierstrass'ın ilk eseri 1842-1843 yıllarında küçük Deutsch-Krone
    kasabasında basıldı. Weierstrass, bunların aralarına ilmi bir
    çalışmasını da sıkıştırdı. Bu çalışma, Crelle'nin ünlü dergisinde ancak
    on dört yıl sonra 1856 yılında yayınlanmıştır. Crelle'nin, bu çalışmadan
    sonra Weierstrass'ı övdüğünü görüyoruz. Weierstrass, her türlü ilmi
    haberleşmeden yoksun olarak büyük eserinin temelini bu küçük
    Deutsch-Krone kasabasında atmıştır. Bu eserinde, Abel teoreminden ve
    Jacobi'nin keşfi olan çok değişkenli, çok katlı ve devirli
    fonksiyonlardan başlayarak, Abel'in ve Jacobi'nin eserlerini tamamlamayı
    düşünüyordu. Çünkü, Abel genç yaşta ölmüştü Jacobi de çalışmalarının
    gerçek anlamını Abel'in teoreminde olduğunu açıkça göremedi. Burada
    çalışmaya başladı. Çok zamanını alan bu konuda çalışırken, epeyce yan
    ürün elde etti.
    1848 yılında Braunsberg'deki Katolik lisesine atandı. Bu lisede altı yıl
    öğretmenlik yaptı. 1848-1849 yılında okul programında Weierstrass'ın
    bir çalışması vardı. Eğer bu çalışma birkaç Alman matematikçisinin eline
    geçseydi, Weierstrass hemen meşhur olabilirdi. İsveç'li
    Mittag-Leffler'in söylediği gibi, ortaokul programlarında kuramsal
    matematik üzerinde bir çalışmayı arayıp çıkarmak kimsenin aklına
    gelmezdi.
    1853 yılının yazında tatilini geçirmek için Westernkotten'a babasının
    yanına gitti. O zaman otuz sekiz yaşındaydı. Orada, Abelyen fonksiyonlar
    üzerine bir çalışmayı kaleme aldı ve Crelle'nin dergisine gönderdi.
    1854 yılında bu yazı yayınlandı.
    Bu çalışmanın ilginç bir öyküsü de vardır. Weierstrass Braunsberg'deki
    okulda öğretmenken, okulun müdürü, Weierstrass'ın sınıfında gürültüler
    duyar. Oraya koşar, Weierstrass'ı sınıfta bulamaz. Evine endişe ile
    koşar. Öğretmeni, perdeler kapalı, lambası yanıyor halde çalışma
    masasının başında bulur. Tüm gece çalışmış ve güneşin doğduğunu fark
    edememişti. Müdür, sabah olduğunu ve sınıfında gürültülerden dolayı
    kendisini aradığını söyler. Weierstrass, önemli bir keşif peşinde
    olduğunu, ilim dünyasında büyük bir ilgi uyandıracağını ve çalışmasını
    kesmeyeceğini hatırlatır.
    1854 yılında Crelle'nin dergisinde çıkan bu çalışma gerçekten büyük bir
    yankı yapar. Nasıl olur da Berlin'de hiç kimsenin adını işitmediği adsız
    bir köy okulunda tanınmamış bir köy öğretmeninin kaleminden böyle bir
    şaheser çıkardı? Weierstrass, çalışmasının hiç bir parçasını daha önce
    yayınlamamış ve tam olarak bitirdikten sonra yayınlamıştır. Bu nedenle
    de büyük matematikçilerin dikkatini çekiyordu. Bu çalışma yayınlandıktan
    sonra, Weierstrass büyük matematikçi olarak saygı görmeye başladı.
    Königsberg Üniversitesinde matematik profesörü olan ve Jacobi'nin yerine
    geçen Richelot, bu büyük keşfin değerini anladı ve üniversitesini,
    Weierstrass'a fahri doktorluk ünvanının verilmesi için razı etti.
    Diplomayı vermek için Braunsberg'e gitti. Gymnasium'un müdürü tarafından
    Weierstrass şerefine verilen öğle yemeğinde Richelot, "Hepimiz
    Weirstrass'ın şahsında hocamızı bulduk" dedi. Eğitim bakanı
    Weierstrass'ı hemen terfi ettirdi ve ilmi çalışmalarına devam etmesi
    için kendisine bir yıllık tatil verdi. Bu sırada, Crelle'nin sahibi olan
    Borchardt, dünyanın en büyük analizcisini kutlamak için Braunsberg'e
    gitti. Borchardt'ın ölümüne kadar tam yirmi beş yıl Weierstrass'la bu
    dostluk sürdü.
    Weierstrass'ın bu başarılarından dolayı başı dönmedi. Fakat, kırk
    yaşında önüne açılan bu geleceğin çok geç geldiğini söylerdi. Bu geç
    gelişin sorumlusunun babası olduğunu açıkça söyleyebiliriz.
    Weierstrass, Braunsberg'e geri döndü. O zaman tam ona uygun bir yer
    olmadığından, otorite sahibi Alman matematikçileri acele davranarak,
    Berlin'deki Krallık Politeknik Okuluna 1 Temmuz 1856 günü matematik
    öğretmeni olarak tayin ettirdiler. Aynı yılın sonbaharında Berlin
    üniversitesinde yardımcı profesörlüğe getirildi ve Berlin Akademisine
    üye seçildi. Yeni görevlerinin ve derslerinin verdiği yorgunluktan
    dolayı 1859 yılında dinlenmek üzere çekildi. Sonbahara doğru iyi
    olduğunu sandı. Yeniden derslerine döndü. Ertesi Mart ayından itibaren
    baş dönmelerine tutuldu. Bir derste bayıldı. Bu baş dönmesi bundan
    sonraki yaşamında da sık sık görüldü.
    Derslerde, dinleyicileri ve karatahtayı görecek bir yere oturuyor,
    formüllerini birine yazdırıyordu. Şöhreti ve ünü tüm Avrupa'ya
    yayıldığında izleyicileri epey kalabalık oluyordu. Bu şöhret daha sonra
    Amerika'ya da yayıldı. Çok iyi bir grup oluşturmuştu. Çalışmalarını bu
    grupla yapıyor ve basılması için hiç acele etmiyordu. Fakat, öğrencileri
    bunları yayınlamak için onu sıkıştırıyorlar ve yayınlatıyorlardı. Eğer
    öğrencileri olmasaydı, Weierstrass'ın tanınması daha da geç olabilirdi.
    Weierstrass, öğrencileri için yanına yanaşılabilir bir adamdı. Gençlerin
    matematikte ve hayattaki güçlüklerine ilgi gösterirdi. İnsanlardan uzak
    durmazdı. Öğrencileri ile olduğu kadar meslektaşları ile de çok güzel
    ilişki kurabiliyordu. Özellikle, meslektaşı Kronecker'la evine kadar
    gidip sohbet ederek dönmekten zevk alırdı. Bu sohbet çoğu kez ilmi
    konularda olurdu. Bir kadeh şarap ve öğrencileriyle bir masa başında
    oturmak onu mesut ediyor ve gençleşiyordu. Yenilip içilenin parasını
    vermekte ısrar ediyor ve kesinlikle kendisi ödüyordu.
    Mittag-Leffler, 1873 yılında, Stockholm'den Paris'e, Hermite'in analiz
    derslerini izlemek üzere gider. Kendisini karşılayan Hermite şöyle
    söyler "Aldanmış olacaksınız. Berlin'e gidip Weierstrass'ın derslerini
    izlemelisiniz. O, hepimizin hocasıdır." Gerçekten, Mittag-leffler daha
    sonra Berlin'e gider ve Weierstras'ı da dinler. Weierstrass, çok değerli
    bir öğretmendi. Onu dinleyenler ona hayran olurlar ve derslerini
    kaçırmazlardı. Dünya'nın her yanından dinleyicileri gelir, öğrenir ve
    ülkelerine giderek Weierstrass'ı anlatırlardı. Lise öğretmenliği de
    dillere destandı. Ancak Sylvester, Weierstrass düzeyinde tatlı dersler
    verebiliyordu.
    Weierstrass, 1864 ile 1897 yılları arasında Berlin Üniversitesinde
    matematik profesörü olarak çalıştı. Bu arada, onun gözde öğrencisi olan
    Sonia veya Sophie Kowalewska ile olan dostluğudur.
    Kuvvet serilerinin yakınsaklığı, limit, süreklilik ve yakınsaklık
    kavramlarının çıkardığı güçlükler, Weierstrass'ı irrasyonel sayıların
    kuramını kurmaya ***ürmüştür. Bu kurama Kronecker çok şiddetli hücumlar
    yapmıştır. Yaşlı Weierstrass'ın çalışmalarına ara verdirecek kadar
    hücumları vardır.
    Weierstrass, 18 Şubat 1897 günü seksen iki yaşında uzun bir hastalıktan
    sonra kendi evinde öldü. Weierstrass hiç evlenmedi. Öğrencisi olan
    Sonia'ya düşkündü.
    MnyTirith
    MnyTirith
    ● Admin ●
    ● Admin ●


    <b>Doğum tarihi</b> Doğum tarihi : 20/06/90

    Ünlü Matematikçiler - Sayfa 2 Empty Geri: Ünlü Matematikçiler

    Mesaj tarafından MnyTirith Çarş. Nis. 21, 2010 2:12 pm

    Cahit Arf
    [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


    Cahit Arf (1910 Selanik - 1997 İstanbul),
    Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük matematikçilerden birisidir. Kendi
    adıyla bilinen birçok teoremi kendisine dünya çapında ün kazandırmıştır.

    Yaşamı

    1910 yılında Selanik'te doğdu. Yüksek öğrenimini Fransa'da Ecole Normale
    Superieure'de tamamladı (1932). Bir süre Galatasaray Lisesi'nde
    matematik öğretmenliği yaptıktan sonra İstanbul Üniversitesi Fen
    Fakültesi'nde doçent adayı olarak çalıştı. Doktorasını yapmak için
    Almanya'ya gitti.

    1938 yılında ***tingen Üniversitesi'nde doktorasını bitirdi. Yurda
    döndüğünde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nde profesör ve
    ordinaryus profersörlüğe yükseldi. Burada 1962 yılına kadar çalıştı.
    Daha sonra Robert Kolej'de Matematik dersleri vermeye başladı. 1964
    yılında Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) bilim kolu
    başkanı oldu.

    Daha sonra gittiği Amerika Birleşik Devletleri'nde araştırma ve
    incelemelerde bulundu; Kaliforniya Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi
    olrak görev yaptı. 1967 yılında yurda dönüşünde Orta Doğu Teknik
    Üniversitesi'nde öğretim üyeliğine getirildi. 1980 yılında emekli oldu.
    Emekliye ayrıldıktan sonra TÜBİTAK'a bağlı Gebze Araştırma Merkezi'nde
    görev aldı. 1985 ve 1989 yılları arasında Türk Matematik Derneği
    başkanlığını yaptı.

    Arf İnönü Armağanı'nı (1948) ve TÜBİTAK Bilim Ödülü'nü kazandı (1974).
    Cebir ve Sayılar Teorisi üzerine uluslararası bir sempozyum 1990'da 3 ve
    7 Eylül tarihleri arasında Arf'in onuruna Silivri'de
    gerçekleştirilmiştir. Halkalar ve Geometri üzerine ilk konferanslar da
    1984'te İstanbul'da yapılmıştır. Arf, matematikte geometri kavramı
    üzerine bir makale sunmuştur. Cahit Arf 1997 yılının Aralık ayında bir
    kalp rahatsızlığı nedeniyle aramızdan ayrıldı.

    Çalışmaları


    Cahit Arf, cebir konusundaki çalışmalarıyla dünyaca ün kazanmıştır.
    Sentetik geometri problemlerinin cetvel ve pergel yardımıyla
    çözülebilirliği konusundaki yaptığı çalışmalar, cisimlerin kuadratik
    formlarının sınıflandırılmasında ortaya çıkan değişmezlere ilişkin "Arf
    değişmezi" ve "Arf halkalar" gibi literatürde adıyla anılan çalışmaları
    matematik dünyasının ünlü matematikçileri arasında yer almasını sağladı.
    Matematik literatürüne "Arf Halkaları, Arf Değişmezleri, Arf Kapanışı"
    gibi kavramların yanısıra "Hasse-Arf Teoremi" ile anılan teoremler
    kazandırmıştır.

    Matematiği bir meslek dalı olarak değil, bir yaşam tarzı olarak
    görmüştür. Öğrencilerine her zaman "Matematiği ezberlemeyin kendiniz
    yapın ve anlayın" demiştir. Hakkından yazılmış bir yazıda şöyle
    denilmiştir: "...Bir zamanlar integrali bilen kimselerin matematikçi,
    üstel fonksiyonu bilenlerin ise büyük matematikçi sayıldığı ülkemizde
    derin matematik konularının tartışılacağı hayal bile edilemezdi. Cahit
    Arf, Türkiye'de matematiğin o günlerden bu günlere gelmesinde en büyük
    rolü oynamıştır."


    Arf ile ilgili Anılar


    Tosun Terzioğlu - Prof. Dr., Sabancı Üniversitesi Rektörü


    Yapılan bir araştırmaya göre, 1980'lerde her yıl dünyada yaklaşık iki
    yüz bin yeni matematik teoremi kanıtlanmakta. Herhalde bu sayı 90'larda
    daha da artmıştır. Her yeni teorem ise bir bilimsel dergide yayınlanmış
    bir makale demek. Matematik makalesi okumak ve o makalede yazılanları
    özümsemek bir matematikçi için bile kolay bir iş değil. İnsan zekasının
    her yıl ürettiği bu matematik çığını zamanın eleğinden geçirmek istersek
    yeni kanıtlanmış bir teoremin yayınlandıktan beş on yıl sonra hala
    matematik literatüründe yer alıp almadığına bakmamız gerekir. Böyle bir
    çalışma yapılmış mı bilmiyorum. Ama, beş yıl sonra iki yüz bin teoremden
    geriye bin üzerinde teorem kalıyorsa gerçekten şaşırırım. Demek ki bu
    yeni teoremlerden çoğu matematikçiler tarafından bile artık hatırlanmaz.
    Zamanın sınaması günümüzde oldukça insafsız. Cahit Arf bir
    matematikçiydi. Belki çok fazla makale de yazmadı. Çünkü, özellikle
    matematikte çok mükemmelliyetçiydi. Zor beğenirdi. Tam çözümler arardı
    ve bu nedenlerle her yaptığını makale haline getirmeyi düşünmezdi. Başta
    cebirsel sayılar teorisi olmak üzere geometride, analizde, elastisite
    teorisinde eserler verdi. Yirminci yüzyılın dar alanlarda uzmanlaşma
    gerektirdiğini düşünürsek bu kadar yaygın alanda çaba göstermiş olmasını
    da yadırgayabiliriz. Amerika, Almanya, Fransa, Rusya, İngiltere gibi
    bilim geleneği kökleşmiş ve güçlü, aktif matematikçi sayısı yüksek
    ülkelerden birinin bilim adamı da değildi. Yine de Arf'ın katkılarını
    zaman eleğinden geçirelim biz. İşte o sınavın sonucu olağanüstü
    gerçekten. 1941'de yayınlanmış makalesinde 90'lı yıllarda bile hala bir
    çok atıf var. Adı klasik matematik kitaplarında yer alıyor. Topolojide
    bir değişmeze Arf invaryantı deniliyor. Literatürde Arf halkaları, Arf
    kapanışı gibi terimlerle karşılaşıyoruz. Bir de bu yüzyılın büyük Alman
    matematikçilerinden olan Helmut Hasse'nin ismiyle birlikte anılan
    "Hasse-Arf" teoremi var. Bazı atıfları bulmamız için gayret göstermemiz
    gerekecek; çünkü makalenin yazarı "Arf"ı bir matematik sembolü, bir
    matematik notasyonu olarak kullanmış bu harflerin bir Türk
    matematikçisinin soyadı olduğunu düşünmeden... O kadar iç içe geçmiş
    matametikle Cahit Arf ismi.

    Genç Cumhuriyetimiz 1933'te bir üniversite reformu yaptı. Bilimin
    değişik alanlarında yetişmek üzere bazı gençler özenle seçildi ve yurt
    dışına seçkin üniversitelere gönderildi. Yüksek bir motivasyonla
    doktoralarını bitirip İstanbul Üniversitesi'ne dönen bu bilim insalarını
    zor zamanlar bekliyordu. Bir kısmı döndükten hemen sonra İkinci Dünya
    Savaşı patladı. Yurda dönmeden önce bazıları bu insanlık trajedisinin
    bizzat tanığı oldular bulundukları Avrupa ülkelerinde. 1942 yılında Fen
    Fakültesi'nin binası olarak kullanılan Zeynep Hanım Konağı yandı. Bu
    idealist gençler yangını kontrol altına almaya çalışan itfaiyecilerin
    ikazlarına aldırmadan yanan binalarına dalıp kütüphaneden kitapları
    kurtarmaya çabaladılar. Savaş sırasında ikinci kez askere çağrıldılar ve
    çoğu Cahit Bey gibi Trakya'da olası bir Alman hücumunu karşı silah
    altında aylar geçirdiler. Şimdiki Fen Fakültesi binası bitinceye kadar
    geçici yerlerde, tüten sobalarla ısıtılmaya çalışılan odalarda yıllarca
    çalışmalarını sürdürdüler. Maaşları düşüktü. Kara ekmek bile ancak
    karneyle alınıyordu. Şikayet etmediler. Yılmadılar. Kendi kendilerine
    yükledikleri görev anlayışı, misyonları her şeyin üzerindeydi onlar
    için. Gündüz çalışmak yetmiyormuş gibi Yüksek Muallim Mektebi'nde gece
    dersi verdiler. Ankara Fen Fakültesi'ni kurmak için çalıştılar. Ders
    kitapları yazdılar. Türkçe'nin bir bilim dili olması için uğraştılar.
    Mitolojideki kimi kahramanlar gibi sessiz ve alçakgönüllü oldular her
    zaman.. İşte Cahit Arf da bu kahramanlardan birisidir.

    Ödülleri ve hele törenleri pek sevmezdi. Ama TÜBİTAK Bilim Ödülü'nün
    yanı sıra Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden, Ortadoğu Teknik
    Üniversitesi'nden, İstanbul Teknik Üniversitesi'nden onur doktorası
    aldı. Genç yaşta Mainz Akademisi Muhabir üyeliğine seçildi. Türkiye
    Bilimler Akademisi'nin onur üyesi oldu. Üniversitede rektörlük, dekanlık
    gibi idari görevler almaktan hep kaçındı. Araştırmacıların bu gibi
    görevlerden uzak durmaları gerektiği görüşündeydi. Ama uzun yıllar
    TÜBİTAK Bilim Kurulu başkanlığını da özveriyle yürüttü.

    Cahit Arf'ı ilk tanıyan bir kişi onun sadece matematiğe ilgi duyan bir
    insan olduğu izlenimi edinebilirdi. Matematik her şeyin üzerinde ve
    ötesindeydi Cahit Bey için... Ancak onun TÜBİTAK'ın kurulmasında ve
    gelişmesinde gösterdiği çabayı ve özeni bilenler Cahit Arf'ın öyle içine
    kapanık, matematikle uğraşan dış dünyayla ilgilenmeyen bir kişi
    olmadığını bilirler. Mühendisliğin günlük hayattan doğan problemlerine
    her zaman ilgi gösterirdi. Ama, bu probleme mutlaka matematiksel bir
    model bulmaya da çabalardı. Hele de bir de pratikten gelen bir problemi
    matematik olarak çözüme kavuşturursa pek keyiflenirdi. Değerli bilim
    adamı yine o mitolojik kahmaramanlardan olan rahmetli Mustafa İnan ile
    böyle bir işbirliği yapmış ve İnan'ın köprülerde gözlemleyip araştırdığı
    bir sorunun matematiksel kesin çözümünü vermişti. Bu çalışmaları Cahit
    Arf'a İnönü Ödülü'nü kazandırmıştı.

    Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde çalıştığı yıllarda yeni ve farklı bir
    üniversite modelinin ve kültürünün ortaya çıkması için çaba gösterdi.
    Akademik dünyanın yapay hiyerarşik ayrımlarıyla alay ederdi. Özellikle
    genç öğretim üyeleri ve öğrencilere çok güzel, yararlı ve keyifli bir
    diyalog içindeydi. Her zaman üniversite içi çekişmelerden ve politikadan
    özenle uzak durduğu halde ODTÜ sistemi tehlikeye düştüğünde duyarlı ve
    sorumlu bir bilim adamı olarak kendini bir mücadelenin içine atmaktan
    çekinmedi. Bu onurlu mücadelede bile matematiğin aksiyomatik yaklaşımını
    kimseye fark ettirmeden kullandı.

    Duyularımızla, zekamızla sonluyu, sınırlıyı algılamayı daha iyi
    beceririz. Zaten hayatımız da sonlu değil mi? Ama matematikte kalıcı
    izler bırakanlar sonsuzu bir şekilde, bir biçimde iyi algılayabilen
    ender insanlardır. Böyle insanları öldüklerinde sonsuza uğurlamak doğru
    olmaz mı?


    Sait Akpınar - Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, İÜ Fizik Bölümü

    Ben Cahit Arf Bey'i üniversite inkılabının olduğu sene, yani 1933
    yılında tanıdım. 1933 yazında Pertevniyel Lisesi'nden mezun olmuştum ve
    İÜ Elektroteknik Fakültesi'ne yazılmıştım.

    Elektronik mühendisi olacaktım. Derslere başladık. Fizik, matematik, bu
    dersler hep Almanya'dan gelen hocalarla yapılıyordu. Matematik
    derslerine de bir Alman hoca giriyordu. Hoca, Almanca konuşmak
    istemediği için Fransızca olarak dersini veriyordu. Ratip Berker Bey ise
    hocanın Fransızca konuştuklarını tercüme ediyordu. Zaten ben de
    Fransızca bildiğim için ayrıca not alabiliyordum.

    Sonra Ratip Bey yerine Cahit Bey geldi. Cahit Bey tercüme yaparken bazen
    hocanın söylemediği şeyleri de söylüyordu. Cahit Bey konuştuktan sonra
    tekrar hoca söz alıyor ve Cahit'in Türkçe söylediklerini anlamış gibi
    (ki anlıyordu) tahtaya da yazar sonra yine tercüme ederdi ve bizim
    notlar da çok iyi olurdu. Bütün bu işler sene başına kadar sürdü. Yani
    sonbaharda başladık, iki ay ya sürdü ya sürmedi. Sonra benim mezun
    olduğum yıl Avrupa'da okumak için imtihan yapılacaktı. Ben de bu
    imtihana girdim. Daha sonra bana bir mektup geldi; mektupta "siz okumak
    üzere Almanya'ya gönderiliyorsunuz" yazıyordu. Ondan sonra ben Maarif
    Müdürlüğü'ne gidip pasaport gibi işlemlerle uğraştım ve ocak ayının
    başında Almanya'daydım, Berlin'deydim. Ondan sonra Cahit Bey'i görmedim
    hiç. Berlin'den sonra, Türkiye öğrenim müfettişliği Almanca'mızı
    tamamlamamız amacıyla hepimiz için hazırlıklar yapmış. Bizleri muhtelif
    liselere gönderdiler. Bu çalışmanın sonunda da ben Frankfurt
    Üniversitesi'ne gittim. Fizik, matematik ve kimya okuyacağım. 7 sömestir
    yani 3 seneden biraz fazla üniversitede kaldım. O zaman Hitler
    devriydi. Bir aralık baktık üniversitede fizik hocamız dahil,
    matematikten de hiç kimse kalmadı. Hepsini çıkarttı Hitler. Neden ise,
    hocaların kimisinin yahudi annesi, babası ya da kayınpederi vardı.
    Hepsini attılar. O sırada ***tingen fizikte çok meşhur bir okuldu. Ben
    de oraya gittim. İşte orada tekrar Cahit Bey'i gördüm. Cahit Bey'de
    oradaki Matematik Enstitüsü'nde meşhur matematikçi Hasse yanında doktora
    yapıyordu. Kısa zamanda onunla çok iyi arkadaş olduk. Onun, mezun
    olduğu sene, pek iyi hatırlamıyorum ama İkinci Dünya Harbi başlamadan
    2-3 hafta önce, doktora çalışmalarını bitirmiştim, yazma sırası
    gelmişti, bir tatil yapalım diye Kara Orman'lara gittik. Orada öğrendik
    ki harp başlayacak. Hemen ***tingen'e döndüm. Müfettişler, telgraflar
    falan gelmiş, derhal memlekete dönmemiz için. Bu arada Cahit Bey
    imtihanını tamamlamış ve Türkiye'ye dönmüştü. Hemen hemen Almanya'da
    bulunan bütün Türk öğrencileri Türkiye'ye geldi.

    ***tingen'de dedim ya ben de doktoramı Cahit de doktorasını yapıyordu.
    Cahit'in matematik doktorası için teorik fizikten ders alması, seminer
    alması lazımdı. O seminerde de beraber çalıştığımız noktalar olmuştu.
    Cahit Bey karşılaştığı güçlükleri yenmek için, benim gibi konuşmayı
    kullanan bir ilim adamıydı. Onunla beraber ormanda dolaşır gezerdik.
    Dolaşırken o bana sürekli matematik anlatır, ben de hiçbirşey
    anlayamazdım, ama o anlatır bu arada yürür yürürdük. Ben orada anlamış
    gibi yapar, anlattıklarını ona bir kez daha tekrarlatırdım. O da bir
    duraksayıp, tekrar anlatırdı. O, zihnini bu şekilde de çalıştırırdı.
    Cahit Bey doktorasından önce askerliğini topçu olarak yapmıştı. Bir
    topçu olarak askeri bilgileri bize anlatırdı. Mesela, toptan güzel ses
    çıkarmak için namluyu aşağı doğru çevirmenin gerek olması gibi. O çok
    iyi bir arkadaştı.

    ***tingen Almanya'nın bilimsel atmosfere en hakim bir şehriydi. Ufak bir
    şehirdi ***tingen; o zamanki nüfusu 50 000'di; bu nüfusun içerisinde
    üniversite personelinin büyük etkisi vardı. Eskiden beri ***tingen
    fiziğin yüksek burcu diye bilinir, matematikte de öyle, diğer bilimlerde
    de. Benim hocam hiçbir zaman yaşasın Hitler demezdi, biz de demezdik.
    Bize karşı saygısızlık da olmadı orada yani Türk olarak itibarımız
    vardı. Bir sıkıntı çekmedik.

    Ben İÜ'nde asistanken Cahit Bey'de profesör olmuştu. Cahit Bey'in
    matematikçilerden farklı bir tarafı vardı. Mesela, fiziğe de meraklı bir
    hocaydı. Bizim fizik seminerlerimize gelirdi. Seminerlerde bazen
    tecrübe kısmı karışık olan bir problem varsa, problemin matematiğini o
    anlatıyordu, sonra ben fizik tarafını anlatıyordum.

    Yani Cahit Bey'in özelliklerinden biridir bu, fiziğe matematikçi olarak
    ilgi gösteren biriydi. Onun da kendisine göre bazı düşünceleri vardı.
    Mesela, katı bir cismi meydana getiren parçacıklar, atomlar yahut
    iyonlar vs. bunların bir araya gelmesi ile ortaya çıkıyor. Bunların
    etkileşmelerinde kuantum mekaniği denilen bir fizik felsefesi vardı.
    Onunla izah edilmeye çalışılıyor. Fakat katı bir cisim deyince 1'den
    3'den, 5'den 1000'den falan fazla partikülün bir araya gelip katı cismi
    yapması lazım. Bu esnada kuvantum mekaniği nasıl çalışacak, tabii
    çalışmayacak; çünkü çok cisim problemi oluyor ve bunları da çözmek çok
    zor oluyordu. O optimist olarak, eğer insan o çok cisimler için
    Schrödinger denklemini yazarsa ve o karışık differansiyel denklemlerini
    falan çözebilirse katı cismin de özelliklerini ortaya çıkartmak imkanı
    var, yani katı cismi anlama imkanı ortaya çıkar diye düşünüyordu. Fakat,
    bunun imkanı yoktu tabii. Biz bu konuyu gidip gelirken yolda
    konuşurduk, Gebze'de konuşurduk. Fakat son zamanlarda bu bilgisayarlarda
    paralel olarak birçok belki de yüzlerce, binlerce denklemi, simültane
    olarak aynı anda, çözmek imkanı olursa o zaman Cahit Bey'de çok mutlu
    olacaktı, çok bel bağlıyordu buna. Ama, son zamanlarda konuşma imkanımız
    da olmadı. O Bebek'te oturuyor, ben burada. O biraz rahatsızdı
    telefonla da güç görüşüyorduk. Arada sırada görebiliyordum onu. Sonra
    ameliyat da oldu ve ben de 1993'te TÜBİTAK'tan ayrıldım. O günden beri
    pek fazla konuşamadık. Fakat, bu birlikte çok sayıda diferansiyel
    denklemin çözülmesine imkan veren bilgisayar denklemleri, ona birtakım
    hevesler vermişti ve eminim son zamanlarında onlarla oynamaya
    çalışıyordu.

    Biz Cahit'in eşi Halide Hanım, kızı Fatoş'la da görüşüyorduk,
    ahbaplığımız vardı. Eşi bize kurufasulye, pilav pişirmişti. Birlikte
    bisiklete binerdik, spor yapardık Cahit Bey'e belki kimse kayak kayar
    demez. Ama, biz onunla dağlara gitmiştik. Hatta bir keresinde 100 m
    üzerinde yüksek bir tepe vardı, Broken. Orası cadılarla meşhurdu.
    Senenin belirli günlerinde cadılar süpürgelerine biner dağın etrafında
    dönerlermiş. Biz o tepeye de gitmiştik. Bir de Zeki Veli Bey vardı
    Edebiyat Fakültesi'nde. Hoca olarak gelmişti ***tingen'e. Sonra İÜ Kürsü
    Başkanlığı yaptı. Bu arkadaşımız zamanında Kırgızistan Cumhurbaşkanı
    imiş. Stalin zamanında kaçıp Türkiye'ye gelmiş. O da Cahit'le bana orman
    gezilerimizde bazen katılır, bize hikayesini anlatırdı. Hem yürürdük,
    hem gezerdik; galiba pek şarkı söylemezdik; ama çok neşeli bir bilim
    adamıydı Cahit.

    Cahit bana bazı konularda Almanca nasıl yazacağını sorardı. O, Fransızca
    da okumuş ve Almanya'ya geldiği zaman da Almanca'yı iyi öğrenmişti;
    ama, Fransızca öğrendiği halde aksanları sevmiyordu, noktayı, virgülü de
    sevmiyordu. Şöyle bir şaka yapardı: "Ben, noktaları, virgülleri yazıyı
    bitirdikten sonra son tarafa yazıyorum ve onlara hadi yerlerinize
    diyorum. Onlar da gidiyorlar yerlerine" derdi.

    Cahit hep çalışan bir bilim adamıydı. Diğer bazı arkadaşlar geceleri
    partilere gider, eğlenirdi. Ama, Cahit pek gelmezdi böyle yerlere; o
    çalışmayı çok seven biriydi. Zaten büyük ilim adamlarının gözden ırak
    tutamadıkları bir metottur bu. Bir şeyi akıllarına taktıkları zaman onu
    mutlaka çözmek isterler. Cahit'te de bu vardı. Bu durum herkeste olmaz.
    Bende yoktu bu durum. Mesela, 1936 Olimpiyatı'nda hem yaz müsabakalarına
    gittim, hem kış olimpiyatlarına gittim. Bana göre, ben her zaman
    çalışabilirdim, ama olimpiyatı bir daha nasıl seyredebilirdim ki? Yazmam
    gereken raporlar olduğu halde, olimpiyatlara katıldım. Nasıl gitmezdim?
    Türk takımı da gelmişti. Ama Cahit böyle bir şey yapmazdı. Yalnız bir
    defa, galiba çok sıkılmıştı. "Yahu" dedi. "Dağlara gidelim dağlara,
    üşüyelim. Ben bu yoğunluktan bıktım". Ama, o zaman da benim çok yoğun
    işlerim olduğundan gidememiştik. Cahit de gitmedi.

    Cahit'e kayağı tattıran bendim. Onun gibi birkaç arkadaşımı daha kayağa
    ***ürürdüm.

    Cahit çok zor işler becerdi, çok çalıştı ve bu nedenle adı
    ansiklopedilere geçti. O asla alelade işlerle uğraşmadı.

    80'lerden sonra TÜBİTAK'a haftada bir giderdik. Bir araba bizi sabah
    toplar, akşam evlerimize bırakırdı. O zaman yolda konuşmalarımız olurdu.
    Mesela, okuduğu kitapları bana anlatırdı. Eski bir seyahatin
    hikayesiydi galiba okuduğu kitap.

    Cahit ilim adamlarının çoğunda olduğu gibi sol fikirleri benimserdi.
    Hatta bir zamanlar 1000 kişinin imzaladığı bir deklarasyona da imza
    attı. Bunun için onu polis merkezine almak istediler. Ama eşi Halide
    Hanım bu sorunu çok güzel çözümledi, "Sakın buraya polis göndermeyin,
    pansiyoner köpektir" diyerek. Sonra ertesi sabah gitti Cahit merkeze;
    ama, gece yarısı ***üremediler onu.

    Cahit Bebek'te oturuyordu ve bu evin arazisini İnönü Mükafatı'nı
    aldığında kendisine verilen 10 000 TL ile almıştı.

    Onunla beraber konsere gittiğimizi hatırlamıyorum. ***tingen'de ben
    konserleri kaçırmazdım. Frankfurt'ta iken hem operaya, hem tiyatroya
    abone olmuştum. Bir hafta operaya, bir hafta tiyatroya giderdim. Zaten
    daha oraya gitmeden evel de bizim İstanbul'da tiyatro kulübümüz vardı.
    Bir iki defa gazetelerde ismimizi de gördüğümü hatırlıyorum. Çocuklar
    ortaokulda iken, lisedeyken öyle faaliyetlerimiz olurdu. Onun için
    hevesliydim öyle şeylere. Fakat, Cahit'le beraber gittiğimizi pek
    hatırlamıyorum; ama herhalde onun da vardı böyle zevk aldığı şeyler.
    Bizim münasebetlerimiz hep üniversite boyutuyla birleşiyordu. Evden eve.
    ***tingen'de de evlerimiz müsaitti.

    Cahit kendisi anlatırdı. Bir tarihte ben o zaman asistandım;
    zannediyorum radyosunda bir hata vardı. Onlara gittiğim zaman hadi şunu
    yapalım dedi. Aldık radyoyu masanın üstüne; tornavidaya ihtiyaç vardı;
    fakat tornavidayı bulamadık. Peki dedik ne yapalım bıçak vs. derken
    orada şöyle kocaman balta gibi bir şey bulduk. Baktım onun kenarı ince.
    Hah dedim, gel bunla açalım radyoyu. Onun da hoşuna gitmişti bu öneri.
    Baltayla tamir ettik sayılır radyoyu. Yani bu tip şeylere hevesi vardı,
    kendisi de anlatırdı. Mesela, Fransa'ya gitmeden evvel ya da geldikten
    sonra da olabilir, evde amcasıyla ki amcası da elinden iş gelen bir
    zatmış, demir işleri ile ilgileniyormuş .Türk bayrağını yapmışlar.
    Zannediyorum demiri işleyerek ya da eritip dökerek yapmışlar. Yani
    Cahit'in elinden böyle işler de gelirdi.

    Cahit'in eli de çalışıyordu beyni gibi. Bana göre, Türkiye'de modern
    teknolojiden faydalanacaksak, mutlaka eli ile bu işleri tutup, onun
    sertliğini, yumuşaklığını, kuvvetini, mukavemeteni vs. hisseden
    insanlara ihtiyaç var. Teorik fizikçiler var, hiç de fena değiller.
    Fakat, ellerini hiçbir şekilde tabiata dokundurmamışlar,
    dokundurmuyorlar. Ama, çok güzel fikirler verebiliyorlar. Hesaplar
    yapabiliyorlar. Şüphesiz bunsuz olmaz. Ama, Türkiye'de eli iş gören
    insanlara da çok ihtiyaç var. Fizikçi mi olacak, kimyacı mı olacak
    elinden iş çıkan insanlara ihtiyaç var.

    Cahit, gibi ben de bir aralık geometriye merak sardım. Üçgenleri,
    dörtgenleri, bunların hesapları derken ilkokulda bayağı merak sarmıştım.
    Cahit de o şekilde merak salmış matematik problemlerine ve sonra da bu
    istikamette devam etmiş. Ben de, biraz daha sabırsız bir adam olduğumdan
    mıdır, matematiği öyle çok fazla didikleyemedim. Ama sonra fiziğin,
    temelini merak edince biz de girdik işin içine.

    Matematikte, fizikte, tabiat bilimlerinde büyük insanlar var. Bunların
    içinde bazıları, Cahit gibi tuttuğunu koparacak insanlar. Onlarda deha
    gibi bir şey var. Cahit bu tiplerden bir tane. Bunlar belki de en zor
    mesafeleri kendine hayat hedefi gibi gören insanlar.

    Cahit'in kendi ismiyle söylenen teoremleri var. O güç bir şey yaptı.
    Başkaları daha az güç şeyleri halletti. Derken bugün günümüzde kocaman
    bir matematik dünyası var. Ben fizikçi olarak o matematik dünyasını,
    benim aklımı intizama sokan bir hayat gibi görüyorum. (16.1.1998
    tarihinde kendisiyle yapılan söyleşiden.)


    Aydın Aytuna - Prof. Dr., ODTÜ Matematik Bölümü

    Cahit Hoca'yı Orta Doğu Teknik Üniversitesi Matematik Bölümü'nde
    okuduğum yıllarda tanıdım. Bu yıllarda matematik bölümü gerçek anlamda
    yeni kuruluyordu ve biz de bu programın ilk öğrencileriydik. Yeni ve
    güzel bir şeylerin kurulmakta olduğunu hissetmemek mümkün değildi. Bu
    süreçte sergilenen temel prensiplerin ve değer yargılarının beni
    derinden etkilediğini söyleyebilirim.

    Zaman zaman kolumuza girilerek sokulduğumuz, bölüm seminerlerindeki
    akademik dürüstlüğü ve dayanışmayı algılayıp özümsedik. Herhangi bir
    zaman, herhangi bir şeyi konuşabileceğimiz, bizlere genç meslektaşları
    gibi davranan hocalarımızın, daima açık kapıları güvencesinde,
    "Bilmiyorum, ama biraz düşüneyim". "Hadi beraber öğrenelim" "Bunun
    mutlaka daha basit başka bir ispatı olmalıdır" larla geçen bir üç yıl
    yaşadık. Yıllar sonra bu coşkulu ve özgün atmosferin Cahit Hoca'nın
    damgasını taşıdığını anlayacaktım. Bu yıllar çarçabuk bitti ve benim
    apar topar yurtdışına gitmem öngörüldü. Ve ben de direnmedim. Gitmeden
    önce Cahit Hoca beni odasına çağırdı ve uzun bir konuşma yaptı. Sanırım
    bu aramızda geçen ilk ve son monologdu ve tavsiyelerden oluşuyordu.

    1976'da Ankara'ya tekrar döndüğümün ilk haftasında beraber bir öğle
    yemeği yedik. Bu yemek iki saatten daha fazla sürdü. Konuşulan benim
    doktora sırasında ilgilendiğim konuydu. 1950'lerin sonundan başlayarak
    gelişen "Çok Değişkenli Kompleks Analiz Teorisi" o zamanlar yamalı bir
    bohça görüntüsü veriyordu. Matematiğin çok değişik disiplinlerinden
    alınan çeşitli sonuçlar uygulanarak yol alınmaya çalışılıyor ve esas
    zorlukların bazı boyutları bu süreçte gözden kaçabiliyordu. Cahit Hoca
    bu gelişmelerden habersizdi. Keşfetmek uğruna başkalarının yaptığı
    şeyleri okuma alışkanlığını yitirdiğinden hep şikayet eder ve bizleri bu
    konuda uyarırdı. (Geçenlerde okumuştum; Amerika Birleşik Devletleri'nde
    yapılan bir ankette, averaj bir matematik makalesini 0,76
    matematikçinin okuduğu çıkmış. Buna; yazar, hakem ve eleştirmen
    dahilmiş! Cahit Hoca'nın kulaklarını çınlattığımı hatırlıyorum.)
    Konuşmamız benim kısa bir girişimden sonra, onun sorduğu "Bunun cevabı
    bu mu?" "Evet". "Buna bakılmış mı?" "Evet, cevabı şu/Hayır o açık bir
    soru olarak duruyor" biçimine dönüşüverdi. Bu iki küsür saatin sonunda
    benim anlamaya çalıştığım bir teorinin şimdiye kadar yapılmış kısmının
    bir röntgeni önüme serilmişti. Cauchy tipi integral formüllerinin önemi
    üzerinde anlaşarak, benim için bir sürü yeni fikirlerle o yemeği
    bitirmiştik.

    1980 ve 1990'lar "Çok Değişkenli Kompleks Analiz Teorisi"nin integral
    formülleri temel taş olarak alınarak yeniden yapılanmasına tanıklık
    etmiştir. Ama, maalesef bu konulara benim bir katkım olmadı; çünkü ilgi
    alanım başka konulara kaymıştı.

    Cahit Hoca'nın matematiğe yaklaşımı yapısaldı; anlamaya, inşa ve tasnif
    etmeye yönelikti. Bir teoremi perspektife oturtup aşikar oluncaya dek
    yeniden ispat edilmesi gerektiğini söylerdi. Matematiğin insan yapısı
    evreninde, estetiği ve zerafeti daima ön planda tutan bir ustaydı Cahit
    Hoca.

    Bir konuşmamızda Andre Weil'in kendisine "Bizlerin hiçbir alet
    kullanmadan tırnaklarımızla toprağı kazıyarak çıkardığımız nesnelerin
    etrafına bir de bakıyorum ki lüks moteller, yüzme havuzları, oteller
    inşa etmişler, işletiyorlar." diye şikayette bulunduğunu gülerek
    anlatmıştı. Kendisinden böylesi konularda bir şikayet duymadım; ama, "Bu
    Arf kapanışların, Arf halkalarını artık anlamıyorum" anlamına gelen
    cümleler duyduğumu anımsıyorum.

    Cahit Hoca'dan, bir bilim adamının önem verdiği, gerekli gördüğü
    şeylerin yıkılma/yok olma tehditi karşısında, bunların kurtarılmasını
    başkalarından beklemek yerine, nasıl aktif, politik mücadeleye girilmesi
    gerektiğini ve bunu yaparken de öğretim üyeliği kimliğinden ayrılmanın
    gerekmediğini öğrendik. Üniversitemizin, üniversiteye yabancı güçler
    tarafından işgali sırasında hepimizin başına geçerek, matematikteki
    "Aksiyometik Metodu" politika alanına nasıl uyguladığına tanık olduk. Bu
    tanıklık, sanırım o dönemi ve o tatsız olayları yaşayan herkesin hala
    hafızasındadır.

    Uzun bir süredir zaten özlemini çektiğim, kağıtlar, yanmış kibritler,
    pipo ve ille de ya bir tornavida ya da bir pensenin bulunduğu eski
    çalışma masanın önünde, sobanın yanında, kağıt mendiliyle süzülmüş
    kahvelerimizi yudumluyarak ettiğimiz sohbetleri bir daha hiç
    yapamayacağımızı kabul etmek, benim için zor, oldukça zor olacak.


    Erdal İnönü - Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, ODTÜ Fizik Bölümü

    Benim kuşağım için Türkiye'de bilim adamı deyince akla gelen iki isim
    vardı; Cahit Arf ile Ratip Berker. Kamu oyundaki birlikteliği yansıtan
    bir rastlantıyla bu ünlü bilimcilerimizi geçen üç ay içinde arka arkaya
    kaybettik. Burada her ikisine saygı ve minnetlerimi sunarak, Arf'la
    ilgili bazı anılarıma değinmek istiyorum.

    Önce şuna işaret edeyim. Bir ülkede bilimsel araştırma ortamının kolay
    oluşmadığını, verimli sonuçlar elde edebilmek için yıllar ve yıllarca
    çabalamak gerektiğini yaşayarak öğrendik. Başlangıçta iyi fark edilmeyen
    bir önemli zorluk, gerçekten yetenekli gençlerin zamanında bulunup
    desteklenememesinden kaynaklanıyor. Kim çok yetenekli, kim çok hevesli
    ama az yetenekli, bunları ayırt edebilmek için ülkede başarılı
    araştırmacılardan meydana gelen yetkili bir çevre bulunması şart. Böyle
    bir çevre yoksa, devlet yanlış insanları destekliyor ve sağlıklı bir
    bilim ortamı da bir türlü kurulamıyor. Bu ikilemin kırılması doğuştan
    yetenekli ve iyi niyetli birkaç öncünün bir şekilde destek bularak
    araştırmalarıyla sivrilmesi ve toplumda hak ettikleri yerlere gelmesine
    bağlı. İşte Cahit Arf, Cumhuriyet'in ilk yıllarında devletten yardım
    görmüş temel bilimciler arasında üstün karakter özellikleri ve yeteneği
    ile böyle bir öncülük yapabilmiş insanların biri, belki birincisidir.

    Cahit Bey'in adını ilk önce 1942'de lisenin son sınıfında astronomi
    öğretmenimiz Mehmet Arslantürk'ten duymuştum. Fen Fakültesi'nde
    öğrenciyken katıldığı matematik seminerlerinde, oturumu yöneten konuk
    profesör Von Mises'in değişik konularda ortaya attığı sorulara yalnız
    Cahit Arf'ın yanıt verebildiğini, hem Von Mises'in, hem de o zaman genç
    bir doçent olan Arf'ın öteki matematikçilere üstünlüğünü gösteren bir
    kanıt diye, hayranlıkla anlatmıştı. On yıl sonra, Ankara Fen
    Fükültesi'nin yeni asistanı olarak bilim ortamımıza girdiğimde Cahit
    Bey, İstanbul Üniversitesi'nin ordinaryus profesörlüğe yükselmiş bir
    hocası ve kendi adıyla anılan katkılarıyla dünya çapında ün kazanmış bir
    matematikçiydi. Öteki büyük hocalardan bir farkı, kendi alanı temel
    matematik dışındaki konularla da, özellikle üniversiteye yeni katılan
    gençlerin araştırmalarıyla yakından ilgilenmesiydi. Örneğin, teorik
    fiziğe çok merakı vardı. Kuantum mekaniğinde olanak verdiğini anlamaya
    çalışır, hep daha geniş genellemeler yapılamaz mı sorusunu sorardı.
    1952-1953 ders yılında kısa bir süre İstanbul Fen Fakültesi'nde konuk
    araştırıcı olarak bulundum. Cahit Bey, doktoralarını tamamlamış ve
    araştırma yaşamına yeni başlamış yetenekli genç teorik fizikçilerin
    verimli çalışabilmeleri için İstanbul Üniversitesi'nde bir Teorik Fizik
    Enstitüsü kurulmasında öncülük etmişti. Bu konuda senatoyu ikna etmiş ve
    yeni enstitünün kurucu müdürlüğünü, yönetim görevlerini hiç sevmemesine
    karşın, üzerine almıştı. Türkiye'de canlı bir araştırma ortamının var
    olabileceğini ve verimli sonuçlar vereceğini ilk kez gösteren
    merkezlerden biri o enstitü olmuştu. Cahit Arf'ın başkanlığında, Feza
    Gürsey, Fikret Kortel ve benim teorik fizikçi, Giacomo Saban ve Asım
    Özkan'ın matematikçi olarak katıldığımız seminerlerde, her hafta birisi
    yaptığı bir araştırmayı anlatıyor ve Cahit Bey, sorularıyla konu
    üzerinde başka incelemeler yapılmasını özendiriyordu. Feza Gürsey'in,
    kendi bulduğu, konform değişmezliği olan bir nonlineer parçacık
    denklemini anlatmasından birkaç gün sonra Fikret Kortel bu denklemin bir
    çözümünü elde etti. Benim gruplar teorisinin bir uygulaması olarak
    anlattığım araştırmaya Cahit Bey başka bir yaklaşım önerdi ve ben de bu
    şekilde çalışmamı daha ileri ***ürme olanağı buldum.

    Daha sonra, 1961-1971 arasındaki yıllarda, TÜBİTAK'ın kuruluşunda ve
    ODTÜ'de temel bilimlerin geliştirilmesinde uzun süren, verimli bir
    işbirliğimiz oldu. TÜBİTAK'ın, hızlı gelişmeye olanak veren reformcu bir
    yasayla kurulmuş olduğu genellikle kabul edilir. Bu başarıda birçok
    bilimcimizin payı vardır. Ama, Cahit Arf'ın katkısı bence hepsinden
    üstündür. Çünkü, başka bir boyutta, saygınlık ve güvenirlik boyutunda
    etkisini göstermiştir. Gerek bilim çevrelerimizde, gerek Turhan
    Feyzioğlu, Süleyman Demirel gibi siyaset adamlarımızda, Cahit Bey'in
    bilgisine ve içtenliğine duyulan büyük güven olmasaydı, yasa tasarısının
    hazırlanış ve kabulü sırasında önümüze çıkan çeşitli engelleri
    aşamazdık. Sonuçta TÜBİTAK ya hiç kurulmazdı, ya da çok yetersiz bir
    yasa ile ortaya çıkardı.

    İlginçtir ki, bir araştırma konseyi tasarısı hazırlamanın gündeme
    geldiği günlerde yaptığımız ilk görüşmede Cahit Bey, bazı kaygıları
    yüzünden böyle bir merkezi örgütün hemen kurulmasına taraftar olmamıştı.
    Kaygılarını da şöyle anlatmıştı: "Bizim gibi henüz sağlam bir bilim
    geleneği kurulmamış ülkelerde bir merkezi örgüte araştırmaları
    destekleme yoluyla yönlendirme yetkisi vermek tehlikelidir.

    Gerçek bilimcilerin siyasal destekleri zayıf olur, bu kuruluşun yönetim
    mevkilerine gelemezler. Bilimsel araştırmaların ne olduğunu bilmeyen,
    ama bildiğini sanan insanlar onların yerine geçer ve yanlış
    müdahaleleriyle araştırma yaşamını destekleyecek yerde engellerler. Onun
    için merkezi örgüt kurmakta acele etmemek daha doğru olabilir."
    Görüşmelerimizle o günkü durumda umut verici işaretler olduğuna yavaş
    yavaş inanmış ve sonunda, tasarı komisyonunun başına geçerek canla başla
    işe girişmişti. Kaygılarının gerçekleşmediğini, kısa bir süre dışında
    TÜBİTAK yönetimine hep araştırmayı bilen insanların gelebilmiş olduğunu
    görmekten mutluluk duyduğunu kendisine söylemiş olduğunu, Dinçer Ülkü
    geçen gün cenaze töreninde dile getirdi.

    Cahit Bey, Bilim Kurulu'na, ya da araştırma gruplarına üye seçerken
    adayların eylemli olarak araştırma yapıp yapmadıklarına bakardı. Bir
    sefer, yasaya göre özel kesimi temsil edecek birisini ararken, olası bir
    aday olarak önerilen, Ankara'da bir vinç fabrikası kurmuş sanayici
    Doçent Orhan Işık'ı görmeye gitmiştik. Rahmetli Işık'ı, atölyede, işçi
    tulumu içinde çalışırken görünce, "tamam" demişti, "İşte aradığımız
    insan!". Onun deyimiyle, iyi araştırıcılar, gerektiğinde "tenekecilik"
    yapmasını bilenlerdi.

    Kendi araştırmalarına yön veren, yol gösteren hedefin hep olaylarını,
    süreçlerin ya da ilişkilerin nedenlerini anlamak olduğunu söylerdi ve
    büyük harflerle "ANLAMAK" diye de vurgulardı. Onun için anlamak, söz
    konusu eğer matematikse, birtakım uzun ve karışık hesaplarla bulunmuş
    sonucu temel yapının özelliklerinden doğrudan doğruya sezebilmek, öteki
    bilimlerde de gözlenen olayı gene bir matematiksel model yardımıyla bir
    neden-sonuç ilişkisi haline getirebilmek demekti. Bu görüşle sosyal
    bilimlerde geçerli olacak matematiksel yapılar arayışını hep özendirdi.

    Sanırım, yaşamı boyunca, ailesine bağlılığı dışında izlediği iki önemli
    amacı vardı. Biri, matematikte kalıcı sonuçlar elde ederek adını
    ölümsüzleştirmek. Öteki de Türkiye'de bilim ve araştırma ortamını
    geliştirmek. Bu amaçlarının ikisine de sağken varmak mutluluğuna erişti.
    Matematik yazınına getidiği kavramlarla yaptığı buluşlar her zaman Arf
    adının anılmasını sağlayacak. Türkiye'de bilimin yeniden doğuşunun
    öncülerinden biri olarak her kuşaktan öğrencileri kendisine saygı
    sunmaya devam edecekler.


    Halim Doğrusöz - Prof. Dr., Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği
    Bölümü

    Cahit Arf'la, ilkin, İTÜ'deki öğrencilik yıllarımda tanışma
    bahtiyarlığına erdim. Buna pek tanışma denemez ya; içinde bulunduğum 180
    küsur kişilik bir sınıfta bize ders veren bir matematikçi, efsanevi bir
    genç adam... Benim varlığımdan haberdar bile değil. İstanbul
    Üniversitesi'nden misafir olarak gelmiş. O zamanlar, İTÜ, matematik
    yeteneği olan öğrencilerin toplandığı bir yer olarak şöhret yapmış bir
    okul. Her halde böyle şöhretli öğrencilere ders verme zevkini tatmak
    veya istikbalin, kendisi gibi, üstat matematikçilerini keşfetmek
    istediği için. Her ne ise, bu olay pek fazla sürmedi; zaten Cahit
    Hoca'nın o derin kişiliği ve kapsamlı bilim anlayışını anlamak ve
    beraber olmaktan mutluluk duyulacak dostluğuna erişmek için yeterli bir
    fırsat da değildi, tabii.

    Aradan uzun yıllar geçti; yirmi yıl kadar. Raslantısal olaylar bizi
    tekrar TÜBİTAK'ta bir araya getirdi. Yıl 1963, Türkiye Bilimsel ve
    Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) kurulmuş; Cahit hoca Bilim Kurulu
    Başkanı, ve eski arkadaşım Nimet Özdaş Genel Sekreter. Ben Mobil Oil'un
    New York'daki merkezinde, Yöneylem Araştırması Bölümü'nde araştırmacı
    olarak çalışıyorum. Bir gün Nimet'ten bir mektup aldım; TÜBİTAK'ı
    anlatıyor ve bana ihtiyaç olduğunu yazıyor. Durumu anlamak için 64
    yazında Ankara'ya geldim. Bu kez Cahit Hoca ile gerçekten tanıştım.

    Beni ilk etkileyen özeliği, tevazuu, açık sözlülüğü ve samimiyeti oldu.
    Oturduk kırk yıllık iki dost gibi sohbet ettik; TÜBİTAK'ın misyonunu,
    Türkiyede bilimin gelişmesi için taşıdığı önemi biraz da çocuksu bir
    heyecanla uzun uzun anlattı. Kurumun kurulmasında önemli rol oynamıştı;
    onun için kuruluş yasasını ve temel amaçlarını çok iyi biliyordu.
    Yöneylem Araştırmasının Türk endüstrisinin ve dolayısıyla ekonomisinin
    gelişmesinde büyük rol oynayabileceğinden söz etti. Kendisi de bu
    konuya, silahlı kuvvetlerde bir miktar bulaşmıştı. Sonunda, beni,
    Türkiye'ye dönüp TÜBİTAK'da görev alırsam yararlı olabileceğime
    inandırdı ve anlaştık. Bir yıl sonra dönüp TÜBİTAK'da görev alacağıma
    söz verdim ve New York'a döndüm. İlginç bir raslantı daha, Cahit Hoca
    da, bir yıllığına, "Princeton Institute of Advance Studies"e geldi.
    Dostluğumuz asıl o zaman oluşup pekişmeye başladı. Pinceton New York'a
    yakın olduğu için sık sık biribirimize gidip geliyorduk.

    Bir yıllık süre dolunca her ikimiz de yuvaya, TÜBİTAK'a döndük. O aynı
    zamanda ODTÜ, Matematik Bölümüne katıldı. Bense TÜBİTAK'ta bir Yöneylem
    Araştırması Ünitesi kurdum ve aynı zamanda ODTÜ, Matematik Bölümünde de
    bir Yöneylem Araştırması Yüksek Lisans programı başlattım; tabiatıyla
    her ikisinde de yönetim görevini ifa ediyordum. Artık hem TÜBİTAK'ta hem
    de ODTÜ'de hoca ile beraberdik, ve tahmin edileceği gibi, söz gelimi,
    sadece içtiğimiz su ayrı gidiyordu. Bu beraberliğimiz, hoca ikinci
    emekliliğine ayrılıp İstanbul'a gidinceye kadar sürdü. Hele, beni 1968
    yılında, yaka paça TÜBİTAK Genel Sekreterliği makamına oturttuklarından
    sonraki bir yıllık dönemde, hoca ile, zorunlu olarak, ayrılmaz olduk.

    TÜBİTAK'a Genel Sekreter olarak atanmamla ilgili bir ayrıntıyı anlatmam,
    Cahit hoca ile ilişkilerimi açıklamama yardımcı olacak. Hoca bu görevi
    bana daha önce de teklif etmişti (en uygun kişinin ben olacağıma
    inanıyordu); ben de düşünmeden reddetmiştim. Böyle yüklü idari görevleri
    sevmediğimi belirtmiştim. Bu kez acil bir durum vardı; Mustafa Uluöz
    Ege Üniversitesi Rektörlüğü'nü üstlenmek üzere Genel Sekreterlik'ten ani
    olarak ayrılmıştı. Cahit Hoca ile birlikte saygı duyduğum diğer bir
    Bilim Kurulu üyesi olan Orhan Işık, yumuşak bir şekilde baskı
    yapıyorlardı; "Kısa bir süre için de olsa görevi kabul et; bize zaman
    kazandır." diyorlardı. Görevi bir yıl için kabul ettim, ve bir de
    ukalalıkta bulundum: "Bakın böyle önemli bir görev için adam aramaya en
    az 6 ay önceden başlanır. Şimdi Bilim Kurulunun önünde tam bir yıllık
    bir süre var; bu süreyi iyi değerlendirirseniz Kurum'a iyi bir Genel
    Sekreter bulabilirsiniz," ve göreve başladım. Süremin dolmasına 6 ay
    kala, bir Bilim Kurulu toplantısında, artık Genel Sekreter arayışına
    başlama zamanının geldiğini hatırlattım, çünkü bu yolda hiçbir hareket
    görünmüyordu. Bir süre sonra, hala bir hareket yoktu; bir kez daha
    hatırlattım. Bir yılım dolunca, Bilim Kurulu toplantısında, Başkan Ord.
    Prof. Dr. Cahit Arf'ın önüne istifa dilekçemi koydum. Herkes şaşırmış
    gibi idi. "Neden?" dedim. "Hiç ayrılmayacak gibi öyle hırsla
    çalışıyordun, ki artık işe ısındığını sandık". Meğer bir yıl içinde beni
    bu işe ısındırmayı umuyorlarmış. Sıkıntılı bir durum ortaya cıkmıştı.
    Cahit Hoca'nın liderliğinde Bilim Kurulunda öyle dostça ve babacan bir
    hava vardı, ki hiçbir tatsızlık olmadı. "Madem ki öyle istiyorsun,
    yapacak bir şeyimiz yok, senin istediğin gibi olsun; biz başımızın
    çaresine bakarız".

      Forum Saati Perş. Mayıs 02, 2024 8:21 pm